Şair Nâbi

Uygarlığın Doğduğu Şehir: Şanlıurfa

İlkçağdan Günümüze Urfa'da Sanat ve Edebiyat

Osmanlı Dönemi (1516-1923)

Şair Nâbi

Divan Edebiyatına adını altın harflerle yazdıran Şair Nâbi, nam-ı diğer “Urfalı Nâbi”, klasik şiirimizin zirvedeki şairidir. Asıl adı Yusuf’tur. Yaşadığı dönemde “Ekme-i Şu’ârâ-yı Rum” ve “Melik-üş Şu’ârâ” diye anılmıştır. Osmanlı dönemi şiirinin temel taşlarından biri olan Nâbi, Divan Edebiyatına yenilik getirmiş ve onun “Hikemiyat” tarzı şiirleri ekol olmuştur. Urfa’da doğan Nâbi’nin doğum tarihi kesin değildir. Ama şiirlerinden ve yazdıklarından anladığımız kadarıyla çocukluk ve gençlik yılları Urfa’da geçmiştir. Prof. Dr. Abdülkadir Karahan’ın biyografik incelemesinde Nâbi’nin doğum tarihi olarak 1052 (1642) tarihi üzerinde durulmaktadır. Ahmet Kabaklı’nın Türk Edebiyatı kitabında 1640 olarak geçmektedir. Ayrıca şairin Evlâd-ı Resûl olduğu şiirlerine dayanılarak ortaya atılmıştır. Nâbi, 1665 yılında 24 yaşında genç bir şair olarak İstanbul’a gitmiştir. İstanbul’a gidişinden sonra şöhret olmuştur. Urfa’da yaşadığı dönemde çok iyi bir medrese eğitimi aldığı eserlerinden anlaşılmaktadır. Nâbi’nin Urfa’da geçen yılları hakkında hiçbir şey bilinmemektedir. Yalnızca Nâbi’nin Urfa’yı sevdiği, Urfa üzerine gazeller yazdığı bilinmektedir. Nâbi’nin Urfa’da yaşadığı yılları yorumlayan Bedri Alpay, şunları söylemektedir: “Ulu Camii Mahallesi’nde doğmuştur. Hacı Gaffarzâdeler’dendir. Babasının adı Mustafa olup, ticaret ve ziraatle uğraşmıştır. Ailesi Urfa’nın köklü ailelerindendir. Okuma ve yazmayı kimden öğrendiğini bilmiyoruz. Fakat esaslı bir tahsil gördüğü muhakkak, Bunun gibi Urfa’da hangi medresede okuduğunu da öğrenemedik. Zamanının en ünlü medresesi olan Halil-ür Rahman Medresesi’nde okumuş olabilir. Bununla beraber havuz başı veya küçük attar pazarı denilen yerde attariye eşyası sattığını öğrendik. Daha sonra ilim ve edebiyatı tercih ederek dükkânı, terkettiği söylenir. Medresede Arapça, Farsça, Tasavvuf, Felsefe, Arûz, Beyan ve Bedii ilimlerini öğreniyor.” Yine Bedri Alpay’ın yazdığına göre şeyhi Yakup Kalfa’nın tavsiyesi üzerine İstanbul’a gitmiştir.

“Eski edebiyatımızda çok az şair ekol sahibi olmuştur. Bunlardan biri de Nâbi’dir. Nâbi ile beraber eski edebiyatımızda Fuzûli ekolu, Baki ekolu, Ruhi ekolu... gibi ekollerden de bahsedebiliriz. Bunlar içerisinde kendisinden sonraki şairler üzerinde ağırlıklı olarak etkisi olanlardan biri, belki de birincisi Nâbi’dir. Nâbi’nin tarzını sürdüren, onu üstad olarak tanıyan şairlerden ilk akla gelen şunlardır: Bosnalı Alâaddin Sabit, Diyarbekirli Hami, Seyyid Vehbi, Çelebizâde Asım, Arpaeminizâde Sami, Koca Ragıp Paşa, Fıtnat Hanım, Haşmet, Sünbülzâde Vehbi, Keçecizâde İzzet Molla, Ziya Paşa vs.

Nâbi ekolunun özelliklerine gelince, onun hikemi tarz ya da hikemiyât diye adlandırılan tefekkür ve hikmete yönelik şiirinin özelliğini, genel olarak, devrini çok yakından ilgilendiren sosyal ve siyasi olayların bilgece formüle edilmesi, halkın dilinde yıllar yılı söylene söylene klişeleşmiş atasözleri, deyimler kelâm-ı kibarlar gibi konuları içerir. Şüphesiz bu çerçevenin dışında kalan şiirleri de vardır. Ancak Nâbi şiiri denince ana hatlarını bu şekilde çizmek mümkündür.”

“Nâbi’nin dil bilgisi, kültürü, sohbeti hakkında bilgi veren ve onun bu hususlarda en önde gelenlerden biri olduğu belirten eserlerden Vakayiu-Fuzala’daki bilgiler dikkat çekicidir. Orada şairimizin, sohbetinin lezzeti, külfetsiz olduğu, kendisinin seri’ül-i intikal, bedi’il irticâl, gayet güzel ve tatlı konuşan bir zat olarak tanındığı belirtildikten sonra kültür bakımından devrinde tek, hususiyle Farsça ve edebiyat bilgilerinde eşsiz sayılmaya layık bulunduğu açıklanmaktadır. Yusuf Nâbi’nin ayrıca musıki ile de meşgul olduğu, hatta bestekârlığının da hatırlanması gerektiğine de işaret etmek gerekir. Şeyhülislâm Mehmet Esad Efendi (1685-1753), Atrab-ül Asar fi Tezkireti Urafai’l Ebrar isimli yüz kadar bestecinin biyografisini kapsayan eserinde Nâbi de yer almaktadır. Onun Ruhâvi makamında –usûl-i nim-devir’de- şöyle başlayan gazelini başarılı bir şekilde bestelediğini de temas edilmektedir:

Ruhunda bâdeden yarın ki ab u tâb olur peyda Derunumda benim bir ma’den-i simab olur peyda

Geleneksel Urfa müzik kültüründen doğal olarak beslenmiş olan Nâbi’nin, Diyarbakırlı Seyyit Yahya’dan musıki dersleri aldığı söylenmektedir. Hanefi mezhebine bağlı olan Nâbi, aynı zamanda ehl-i tarik biridir. İstanbul’daki hayatından sıkılarak 1680 yılında Halep’e yerleşmiştir. 1700 yılında Baltacı Mehmed Paşa Halep valiliğinden alınarak İstanbul’a giderken Nâbi’yi İstanbul Başmuhasipliğine tayin etmiş ve yanında götürmüştür. Bu arada hocalık ta yapan Nâbi 1712 yılında vefat etmiş ve Karacaahmet Mezarlığı’na defnedilmiştir. Mezarı, 1986 yılında Şanlıurfa Belediyesi tarafından anıtmezar haline getirilmiştir.

Eserleri şunlardır: Türkçe Divân, Hayriye, Hayrâbâd, Tuhfe-i Dilkeş-i Nâbi, Tuhfet’ül Harâmeyn, Tercüme-i Hadis-i Erbâ’in, Zeyl-i Siyer-i Veysi, Münşeât, Fetihnâme-i Kamâniçe, Surnâme, Gazânâme, Farsça Divânçe’dir.

Şiirlerinden Örnekler

Gazel

Virmezdi kimse kimseye nan minnet olmasa
Bir maslahat görülmez idi rüşvet olmasa
Halkın miyanesinde bulunmazdı ittihad
Meşreblerinde rabıta-i hisset olmasa

Kendü vücuduna bile giymezdi malı halk
Kasd-ı nümayış ü şeref ü şevket olmasa
Yok bi garaz mu’amele-i ehl-i zamanede
Kimse ibâdet etmez idi cennet olmasa

Tahsil-i ilmin üstüne tercih ider mi nas
Tahsil-i mal vasıta-i rif’at olmasa

İtmez zuhur asrda bir kimseden kerem
Zımmında kasdi da’iye-i şöhret olmazsa

Kemyab idi miyan-ı le’imanda imtizac
Mabeynde alaka-i cinsiyet almasa

Bakmazdı kimse ayine-i sâfâ Nâbiya
Hodbinlik alakasına alet olmasa. 79

Muhammes

Bu gülistanda benimçün ne gül ne şebnem var
Bu çarşude ne dadu sited ne dirhem var
Ne kudret ü ne tasarruf ne biş ü ne kem var
Ne kuvvet ü ne teayyum ne zahm ü merhem var
Bu kârhânede bilsem neyim benim nem var

Vücûd cud-i ilâhi hayat bahş-i kerim
Nefes atiyye-i rahmet kelam fazl-ı kadim
Beden bina-yı Hüda ruh nefha-i tekrim
Kuva vedia-i kudret havas vaz-i hakim
Bu kârhânede bilsem neyim benim nem var

Bu kârhânede bir başka kâr ü barım yok
Ne varsa cümle anındır bir özge varım yok
Cihana gelmede gitmekle ihtiyarım yok
Benim benim diyecek elde bir medarım yok
Bu kârhânede bilsem neyim benim nem var

Zemin bisat-i kader çerh hayme-i azamet
Nücum-i sabit ü seyyar meş’al-i kudret
Cihan netice-i cud-i hazain rahmet
Sahaif-i suver-i kevn nüsha-i hikmet
Bu kârhânede bilsem neyim benim nem var

Vücud ariyetidir hayat emanettir
İbade da’vi-i mülk iddia-yi şirkettir
Kulun vazifesi teslimdir itaattir
Bana kulum dediği lütfdur inayettir
Bu kârhânede bilsem neyim benim nem var

Benim fakir-i tehidest cud Hakkındır
Adem benim sıfatımdır vücud Hakkındır
Zuhur ü hestiy ü bud ü nebud Hakkındır
Temaavvüc-i yem-i gayb ü şühüd Hakkındır
Bu kârhânede bilsem neyim benim nem var

Nasibsiz alamam rızkı huşk ile terden
Ne asman ü zeminden ne bahr ile berden
Gelir mukadder olan o denlü nukre vü zerden
Ziyade kabzedemem rızkımı mukadderder
Bu kârhânede bilsem neyim benim nem var

Sâbahı şam ü şeb-i tireyi nehar edemem
Hevayı ateş ü ab-ı haksar edemem
Sipihri sakin ü kühsarı bikarar edemem
Hazanı kendi muradımca nevbahar edemem
Bu kârhânede bilsem neyim benim nem var.





 
Bu site Kültür ve Turizm Bakanlığı Bilgi Sistemleri Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanmıştır.
Bu sayfa 19694 kez gösterilmiştir.