Uygarlığın Doğduğu Şehir: Şanlıurfa
İlkçağdan Günümüze Urfa'da Sanat ve Edebiyat
Roma ve Bizans Dönemi (116-639) Mar Yeşua Aslen Diyarbakırlı bir rahiptir. Doğum ve ölüm tarihi
hakkında bilgimiz yoktur. Mar Yeşua hakkındaki bilgileri ancak kendisinin kaleme aldığı “Urfa ve
Diyarbakır’ın Felaket Günleri” adıyla yazdığı kitapta biliyoruz. 494-507 yılları arasındaki önemli olayları anıgünlük şeklinde ele alan bu
eser, aynı zamanda baş vurulacak kıymetli bir tarih kitabı olarak da
görülebilir. Urfa ve Diyarbakır’da meydana gelen olayları dinsel açıdan ele
alarak yorumlayan Mar Yeşua, okuyucuya bu eseriyle bir takım dini mesajlar
vermektedir. Kitabını Urfa’da başrahiplik yapan Sergius’un isteği üzerine yazan
Mar Yeşua, eser boyunca hep ona hitap etmiştir. Urfa’nın o dönemdeki tarihi,
sosyal, dini ve kültürel yaşamına da değinen kitaplar nesir olarak yazılmış
önemli bir yapıttır. Mar Yeşua’nın kitabından bir sahife: “809 yılı (miladi 497-498). Bütün bu hadiselerin olduğu sıralarda, yine
dinsizliğin terennüm edildiği eğlence zamanı geldi. Ve şehrin (Urfa’nın) halkı
her zamankinden çok aşırı olarak kendilerini bu eğlencelere koyuverdiler. Yedi
günün her akşamı, erkenden, belden aşağı bol elbiseler giyinerek ve (üzerine)
sarıklar (tülbentler) sarınarak tiyatroya gidiyorlardı. Önlerinde kandiller ve
buhurlar yanardı. Ve bütün gece uyumaksızın, dansözü alkışlamak için şehvete
susamış bir vaziyette şarkılar ve naralar döner dururdu. Bu yüzden, duaya
gitmeyi bile ihmal ederek, artık hiçbiri (kulluk) vazifesini zerre kadar
düşünmemeye başladı. Tersine pek böbürlenerek, “bizim gibi hareket ediniz” diyen
ataları ile alay ettiler ve şehrin eski sakinlerinin aptal ve beyinsiz kimseler
olduğunu söyleyecek kadar ileri gittiler. Dinsizlikte cüretlerinin bu kadar
arttığı sıralarda kendilerini ikaz edecek, azarlayacak veya kulaklarını bükecek
kimse yoktu. Çünkü bu sırada Urfa’da Mabbog (Menbic) Piskoposu Aksenaya’nın
bulunmasına rağmen-ki, halkın terbiyesine çalışmayı herkesten çok onun üzerine
alması düşünülürdü-o bile, bu mevzuda halk ile bir günden başka konuşmadı. Fakat
yine onlar için esirgeyen tanrı, belki günah işlemekten vazgeçerler diye,
merhamet gösterdi. Zira, yazlık hamamın soğukluk dairesi ile iki direği (Yunanca
basilika) çökmüştü. Fakat, yine tanrının lütfu sayesinde, çökme gürültüsünü
işitip kaçarken soğuk kurna kapısında ezilen iki kişiden başka, gerek içeride,
gerekse dışarıda birçok çalışanlar olmasına rağmen, kimse incinmedi ve ölmedi.
Ölenler de, kapıyı hareket ettirmek için iki tarafından yüklenmişlerken, biri
ötekinden daha önce çıkmak için başladıkları çekişmede vakit kaybetmeleri
neticesi üzerlerine düşen taşla ezildiler. Bu hadise üzerine uyuyan kimseler,
şehri daha büyük bir matem figanından koruduğu için tanrıya şükrettiler. Çünkü
hamam, birkaç gün içinde yeniden açılabilecekti. Çöküş o kadar olmuştu ki, en
alt sıradaki taşlar bile yerlerinden oynamıştı.”
|