Ölüm Sonrası

Ölüm Sonrası

Ölü duyurusu, geçmişte ev ev dolaşılarak yapılırdı. Günümüzde ise sela okunarak yapılmaktadır.

Hastanın öldüğü gün, ölü evinde ve komşu evlerde süpürge tutulmaz.

Ölü evinde hastanın öldüğü gün “ölünün ağzı açılsın, ölünün ağzının tadı gelsin” diye helva yapılır.

Hasta can verirken başının altından yastık çekilmemişse; teslim olduktan sonra boynu düz olsun diye başının altındaki yastık çekilir.

Hasta ölür ölmez gözleri kapatılır; çene ve ayakları bağlanır. Ölen iyilerdense, ameli iyiyse elleri ayakları yeşillenir.

Öleceği anlaşılan hastanın yanında kullanılmamış, uçsuz tülbent (metre işi) hazır edilir. Hasta teslim olur olmaz çenesinin altından başa doğru ağız bağlanır (ağzı açık kalmasın diye.) Daha sonra ölünün ayakları, geriye çekilmesin dik kalsın diye iyice birleştirilerek ayak bileklerinden tülbentle bağlanır. Şişmesin diye üzerine bıçak konur.

Ölünün giysileri üzerinden bıçakla kesilerek çıkarılır. Ölünün üzerinden çıkarılan giysiler ve diğer giysileri “canı elbiselerin içinde kalmıştır” inanışından dolayı hemen yıkanmaktadır. Konuyla ilgili anlatı şöyledir: Ölü, elbiseleri çıkartılırken, yıkanırken der ki; “Beni yavaş edin, incitmeyin, suyumu kaynak yapmayın, ben Azrail'in elinden kurtulmuşum”. Hasta ölü döşeğindeyken yakınları gerekli temizliklerini yapar.

Ölü, ağzı ve ayakları bağlanıp soğumaya durduktan yaklaşık yarım saat sonra, yere serilen bir cecim üzerine indirilir. Ölünün altına serilen cecimi, kişi hayattayken, “ölünce altıma serilsin” diye yünden el dokuması olarak hazırlattırır. Daha sonra cecim camiye bağışlanır.

Hastanın öldüğü döşeğe “ölü döşeği” denir. Ölü, ölü döşeğinden indirildikten sonra, döşek dışarı çıkartılarak üç gün bekletildikten sonra yünü dökülerek yıkanır. Anlatılara göre, bazen döşek, ölünün canı içinde kalmıştır diye hemen yıkanmaktadır.

Ölü yıkanana kadar yanında yakınları bekler; başında bekleyen hapşırırsa “giden var, tekrar ölen olacak” denir.

Ölü yumuşaksa arkasından bir yakınını daha götürür. Yöre halkı bunu, “Allah sonunu hayır etsin boynu çok yumuşaktı, peşine ölü var” şeklinde yorumlar.

Hastanın öldüğü odada üç gün ışık yanar, bir kap içerisinde su bırakılır. Evin diğer taraflarının lambası da yakılır. Bu uygulamanın nedenini yöre halkı, “ruh evde olurmuş dermiş ki - bakalım lambalar yanıyor mu, sönmüş mü” diye anlatır.

Hasta ölür ölmez ilk olarak ayakkabıları dışarı konur, ayakkabıları fakir birisi alır.

Akşam ölenin cenazesi sabaha kadar bekletilir. Yöre halkının anlatısına göre “en uzun ömür ölenin öldükten sonra evinde kaldığı süredir.” Akşam ölen ertesi gün öğle namazında kaldırılır. Sela okunup, millet duysun, ölünün cemaati çok olsun diye özen gösterilir. Cenaze toprağa öğleden önce teslim edilir, öğle namazı cenazenin üstüne gelir. Sabah ile öğlen arasında ölen, öğle namazına yetiştirilmeye çalışılır; yetişmezse ikindi namazında kaldırılır. Akşam namazında cenaze kaldırılmaz.

Yıkama ve kefenleme:

Ölü için yapılan herşeyin sevabı çok büyüktür. Ölünün yıkama suyunu hayır seven iki-üç kadın taşır. Ölünün yıkama suyuna “cenaze suyu” denmektedir. Cenaze suyu, dönüp arkaya bakılmadan taşınır. Cenaze suyu üç tane kulplu bakır kazan içerisinde hazırlanır; ölü rahatsız olmasın diye ne ılık ne de sıcaktır. Bu sıcaklık yöre halkı tarafından “ısıya az” olarak tanımlanmaktadır. Ölünün yıkama suyu hazırlanırken el sokulmaz. Suyun sıcaklığı, “kulplu” denilen maşrapayla ele dökülerek belirlenir.

Kadın cenazeye kadınlar, erkek cenazeyi hoca yıkar. Cenaze yıkayan, abdest alır. Yıkama sırasında ölünün yanında yakınları bulunur. Cenaze yıkanan yerde kefen, pamuk, havlu makas, bıçak, kefen bezinden dikilen iki tane lif, üç kalıp sabun, su dökmek için kulplu, üç kazan ılık su ve yıkayanın üzerine su sıçramaması için önlük bulundurulur. Yıkama ve kefenleme, teneşir tahtasında yapılmaktadır.

Cenaze, başı kıbleye, ayakları gün doğuşuna gelecek biçimde yatırılır. İki buçuk kalıp sabun küçük küçük doğranarak eldiven şeklinde hazırlanan lifin içerisine doldurulur ele geçirilerek cenazenin tüm vücudu yıkanır. Geriye kalan yarım kalıp sabunla da başı yıkanır.

Ölü yıkanırken herşey sağdan yapılır. Önce göbek altından ayaklarının ucuna kadar sol el ile karnına bastırılıp içi temizlenerek yıkanır, sonra baştan göbek altına kadar sağ elle cenaze güzelce yıkanır. Arkalı önlü bu şekilde yıkandıktan sonra gusül abdesti aldırılır. Gusül tamamlandıktan sonra üç kere başına, üç kere sağına, üç kere soluna, her tarafına üç kere su dökülür. Bu suya “kıyamet suyu” denir. En son olarak yıkayan hoca veya kadın okuyarak baştan ayağa yedi defa su döker. Baştan ayağa, ayaktan tekrar başa gelir. Bu arada abdesti bozulmuş olabilir, diye yıkayan tekrar abdest aldırır. Son suyu dökülürken çocukları ve yakınlarından isteyenler su döker, dökerden de, “hakkını helal et” derler.

Yıkama mümkün olduğu kadar bol suyla yapılır. Yöre halkı bunu, “insan sağken bin kere de yıkansa, öldüğü zaman yıkandığı gibi temiz olmaz” şeklinde açıklamaktadır.

Yıkama işi bittikten sonra cenazenin ardından yeni bir ölüm olmasın diye kazan ters çevrilir. Yıkama sırasında kullanılan bütün eşyalar yıkayana veya fakir bir kadına verilir.

Cenaze yıkandıktan sonra, üzerine kullanılmamış havlu atılarak iyice kurulanır. İyice kurulandıktan sonra; arkasına ve önüne, kulaklarının arkasına, ağzına, gözlerinin üzerine, koltuklarının altına, diz kapaklarının arkasına, boynuna, avuçlarının içine, parmaklarının arasına, tüm eklem yerlerine pamuk konur. Genç kızlara, gelin olmadan gidenlerin ellerine kına yakılır.

Yaşlılar genellikle kefenlerini önceden hazır ederler. Kefenin hacdan getirildiği de yörede sık rastlanan bir uygulama olarak karşımıza çıkmaktadır. Ani ölümlerdeyse kefen yakın akrabalar tarafından alınmakta; ölü yakını daha sonra kuruşu kuruşuna kefenin parasını ödemektedir. Kefen yedi metreden başlayarak on metreye kadar, patiska veya amerikan bezinden alınmaktadır. Yöre halkı kefen bezini “çift kat hase” olarak tanımlamaktadır. Makbul olan patiskadır. Kadın kefeni beş parça, erkek kefeni ise üç parçadan oluşur. Kefen geçmişte çift kat olarak bıçakla kesilmekteydi. Yöre halkının anlatısına göre günümüzde makasla da kesilmektedir. Kefenin ölçüsü ise, tel ile cenazenin başından ve ayağından iki karış fazla olacak şekilde alınır. İlk önce bıçakla tam ortadan “te” şeklinde açılan gömlek, boyundan geçirilir. Buna “kıyamet gömleği” denir. Yöre halkı kıyamet gömleğiyle ilgili inanışı, “kıyamette onunla kalkacak, kefenin bütün parçaları çürüyecek, bir tek o çürümeyecek” şeklinde açıklamaktadır. Kıyamet gömleğini giydirdikten sonra sağ ve sol omuzdan baştan ayağa her tarafını kapatacak şekilde bez atılır. Kadınların arasına yedi kat taharet bezi, göğsüne ve alnına kapatacak şekilde kefenden parça konur, başları tülbentle bağlanır. Kadının saçları; göğsünü kapatacak şekilde öne getirilir. Yöre halkı, “saç imandır” şeklinde açıklama yapmaktadır. Kefenleme işlemi bittikten sonra cenazenin başında Fatiha okunur.

Geçmişte, cenaze yıkama, kefenleme işleri parasız yapılmaktaydı. Ölü sahipleri; “Allah senden razı olsun, ellerin cennet kapısı açsın, hakkını helal et der, yıkayan da helal hoşun olsun” der, helallaşılırdı. Ancak günümüzde bu işlemler parayla yapılmaktadır.

Kefene zemzem suyu ve kına dökülmektedir. Kefenden artan parçalar yıkayan kadına, fakir birine veya çeyizinde kullanmak üzere bekar bir kıza verilmektedir.

Yıkayan ve kefenleyen, işi bittikten sonra, üzerinde ne var ne yok hepsini çıkarır; banyo yapar; gusül abdesti alır ve üzerinden çıkarttığı elbiselerin tümünü yıkar.

Tabut:

Cenaze yıkanıp, kefenlendikten sonra baş ve ayak uçlarından bağlanarak tabuta konur.

Cenaze namazı geçmişte Ahlat'ta mezarlık girişinde bulunan musalla taşında kılınıyordu. Günümüzdeyse cenaze namazları camide kılınmaktadır.

Tabut, ayak ve baş tarafından uzatılan iki ağaçtan tutulup omuza alınarak ve tabutun altına girilerek taşınır. Ölüyü taşımanın sevabı çoktur. Tabut iki adımda bir değiştirilerek taşınır. Tabutu 16-20 kişi taşır. Tabut devamlı baş tarafından taşınır, tabutun önünden geçmek günah sayılır. Tabut musalla taşına konduğunda, tabut aracılığıyla helallaşma olur. Hoca üç defa, “Ey müslümanlar bu adamdan memnun musunuz?” diye sorar; cemaat, “Razıyız. Allah da razı olsun.” der.

Mezar:

Mezar kazmanın sevabı büyüktür. Eskiden mezar kazmaya, cenazeyi duyan giderdi ve mezar parasız kazılırdı. Dört kişi tarafından kazılan mezar günümüzde artık parayla kazılmaktadır. Mezar kazılırken mezarlıkta bulunanlara helva ekmek dağıtılır.

Mezarın derinliği erkeğin göbek hizasında, kadının ise göğüs hizasında olmaktadır. Yöre 2halkı bunu, “Kadının günahı çok da onun için derin kazılıyor.” şeklinde açıklamaktadır. Mezarın uzunluğu rastgele kazılır, belli bir ölçüsü yoktur. Ölen kişinin içi temizse mezarı tam gelir, içinde sıkıntı varsa onun mezarı dar gelir. Yöre halkı tarafından, mezarı geniş, rahat gelen insanların temiz kalpli ve iyi olduklarına dair inanç yaygındır. Yukarıdaki anlatıya örnek olarak, yörede birisi birine kızdığı zaman söylenen, “mezar sıksın seni” bedduasını verebiliriz.

Mezar kazılırken içerisinden kemik çıkarsa, kemikler toplanır bir köşeye konur (mezardan çıkartılmaz); cenaze o mezara gömülür. Cenazeyi mezara baş, ayak ve beline bağlanan kuşaktan tutarak en yakınlarından iki veya üç kişi indirir. Kadınları, genellikle oğul, kardeş, baba, amca, dayı mezara indirebilir. Kadınları kocası mezara indiremez.

Yörede kadın ve erkek tabutsuz gömülmektedir. Yöre halkı bunu, “Tabut o dünyada zor olur, hemen kalkacaksın ya tabutu arkandan götüremezsin.” şeklinde açıklamaktadır. Konuyla ilgili “topraktan geldik, toprağa gideceğiz” anlatısı da yaygındır.

Cenaze, başının altına toprak getirilecek şekilde kıble yönü dikkate alınarak, sağ tarafa doğru yatırılır; başı sağ tarafa hafifçe çevrilir. Mezara yerleştirildikten sonra cenaze şişince kefen sıkmasın, sorgu melekleri gelince ölü sıkışmasın, rahat cevap versin diye ayak, bel ve başının bağları çözülür; yüzü açılır. Yüzü açıldıktan sonra bir yakını, cenazenin gözlerinin üzerine bir avuç toprak koyar. Yöre halkı bunu, “Bu dünyada gözümüz hiçbir şeyden doymuyor ya, toprak gözümüzü doyursun.” şeklinde açıklamaktadır.

Cenaze yerleştirildikten sonra üzerine uzunca bir sal uzatılır, salın arasında kalan boşluklar cenazenin üzerine toprak dökülmesin diye otla kapatılır. Cenazeyi koyduktan sonra üzerine erham atılır, toprak atıldıktan sonra erham baş tarafından çekilir. Bu uygulamada maksat cenazenin üzerine toprak dökülmemesidir. Mezara ilk toprağı ölü yakınları atar. Mezar kazılırken ve kapatılırken kürek elden ele dolaşmaz; sürekli olarak yere konur ve yerden alınır. Mezar kapatıldıktan sonra ayak ucuna ve baş ucuna taş konur. Baş ucuna konan taşa “baş taşı”, ayak ucuna konan taşa ise “ayak taşı” denir. Ayak taşı baş tacından daha küçük olur.

Cenaze gömüldükten sonra herkes gider; sadece hoca kalır. Hocanın kalmasının sebebi sorgu melekleri gelince cevabı doğru versin diyedir. Hoca ölenin annesinin adını söyleyerek talkında bulunur. Konuyla ilgili yöre halkının anlatısı şöyledir: “Ölü yıkanmayı, kefenlemeyi, kabre götürülmeyi herşeyi görür, kendi kendine - Ay bu kimdir, ölen kimdir, dermiş. Kabre konduktan sonra cemaat dönerken, o da onlarla birlikte dönmek ister. Üç defa başını kaldırır bakar, kafası üzerine uzatılan sala çarpar, o zaman anlar öldüğünü - Eyvah der. Demek ölen benim. Orada ödü patlar.”

Baş sağlığı:

Mezarlıktan döner dönmez ölü evinde yemek verilir, ölen kişinin helvası yapılır. Buna “ölü helvası” denir.

Cenazenin gömüldüğü akşam hatim duası yapılır. Ölü rahat etsin diye, yedi gün her akşam dua okunur. Mezarlık dönüşü başsağlığı ziyaretleri başlar. Başsağlığı ziyaretlerine yörede “taziye” denmektedir. Taziyeye gelenler ölü evine pirinç, şeker, yağ, çay gibi yiyecekler getirmektedirler. Taziye ziyaretinin belli bir süresi yoktur. Geçmişte taziyeye gelenlere “hoş geldin” denmezdi ama günümüzde bu kural değişmiştir.

Taziye;

Başınız sağ olsun,

Allah başka acı göstermesin,

Yerinde kalanlar sağ olsun,

Toprağı bol olsun,

Bu dünya hatırına gelmesin,

Cennet, mekanı olsun,

Nur içinde yatsın,

Yerinde utanmasın,

Helal hoşun olsun gibi kalıplaşmış sözlerle ifade edilir.

Ölünün ardından yapılan belli günler:

Ölüye yedi gün devamlı Kur'ân-ı Kerim okunur. Cenazenin toprağa verildiği yedinci gün “yedisi” okunur. Yöre halkı bunu, “Yedi gün cenazenin kefeni ıslaktır.” şeklinde ifade etmektedir. Ölü ardından giysileri fakirlere dağıtılır veya yakılır. Evde tutulmaz.

Cenazenin gömüldüğü kırkıncı gün “kırk mevlidi” okutulur.

Ölünün gömüldüğü 52'nci gün mevlit ve Yasin suresi okutulur; o gün ölünün etinin kemiğinden ayrıldığına inanılmaktadır.

Belli günlerde yapılan tüm uygulamalar ölünün öbür dünyada rahat etmesi, azap çekmemesi içindir.

Hatim-ıskat

Cenaze gömüldükten yaklaşık yedi gün sonra, ölen kişinin yaşarken kılmadığı namazların, tutmadığı oruçların, yerine getirmediği ibadetlerin ve borçlarının hatim ıskatı yapılır. Ölünün parası varsa, yaşarken “Bu parayla benim hatim ıskatımı çevirtin” de diyebilir. Yakınları da kendi paralarıyla yakınlarının ıskatını çevirttirebilirler. Ortaya bir miktar para veya altın konur. Bu paranın miktarı, ölenin yaşı ve borçlarına göre belirlenir. Üç hoca ve ölenin yakınları da orada bulunur. Hocalar dua okuyarak ıskatını çevirirler. Iskat olarak çevrilen para; geçmişte 11 eşit parçaya bölünerek fakirlere dağıtılıyordu, günümüzde ise; belli kuruluşlara, fakirlere ve hocalara verilmek üzere üçe bölünmektedir. Iskat çevrilirken ölenin sağlığındaki vasiyeti de dikkate alınmaktadır. Mali durumu iyi olanın hatim-ıskatı mutlaka çevirttirilir. Durumu uygun olmayanların ise, birinci derece akrabaları kendi paralarıyla çevirttirebilirler.





 
Bu site Kültür ve Turizm Bakanlığı Bilgi Sistemleri Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanmıştır.
Bu sayfa 1279022 kez gösterilmiştir.