Atasözleri İçin Yeni Bir Kaynak: Örnek Dil Cümleleri - Prof. Dr. Saim SAKAOĞLU

I. Uluslararası Atatürk ve Türk Halk Kültürü Sempozyumu Bildirileri

Atasözleri İçin Yeni Bir Kaynak: Örnek Dil Cümleleri

Prof. Dr. Saim SAKAOĞLU ( Türkiye )

Bizde, halk edebiyatı araştırmaları alanında atasözlerimizin özel bir yeri vardır. Derlenmesi çok eskilere dayanan, incelenmesi ise son 50 yılda büyük gelişmeler gösteren bu dalın üzerinde durulması gereken pek çok yönünün olacağı unutulmamalıdır. Bu yönlerden biri de kaynaklar meselesidir. Bu konuda Prof. Dr. Şükrü Elçin'in bir makalesini ve araştırmacı M. Türker Acaroğlu'nun bir kitabının ilgili bölümünü bu açıdan hemen hatırlamak zorundayız.

Atasözlerimizin kaynakları çok çeşitlidir. Bunların başında yazılı kaynaklar gelmektedir; sözlü kaynakların gündemdeki yerini alması ise daha yenidir. Orhun Anıtlarından beri çeşitli şekillerde yazıya aktarılmış olanların yanında Kaşgârlı Mahmud'un eserinde yer alan ilk derlemelerden günümüze kadar pek çok söz gelebilmiş, bazıları ise unutularak kaybolurken yerlerini başkalarına bırakmıştır.

Atasözlerimizin kaynaklarının başında ağızlardan yapılan derlemeler gelmektedir. Son 50 yılda, özellikle üniversitelerimizde yaptırılan derlemelerle, yaşadığı çevrenin halk edebiyatı ürünlerine eğilen, çoğu da gönüllü olan araştırıcıların topladıkları önemli bir sayıya ulaşmıştır. Bu alanda en büyük derleme faaliyetini, geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz, Silifkeli orman mühendisi ve hukukçu Kerim Yund gerçekleştirmiştir. Türk Dil Kurumu yayınlarından olan Bölge Ağızlarında Atasözleri ve Deyimler adlı iki ciltlik eserde binlerce atasözü ile ilk sırayı o almaktadır.

20. yüzyılın ilk çeyreğinde, Konya'da yayın hayatına giren iki derginin Türkçemize verdiği önem, bizleri son derece sevindirmiştir. Bu dergilerdeki seri dil yazıları atasözlerimiz için güzel bir kaynak oluvermiştir. Önce bu iki dergiyi kısaca tanıtalım, sonra da atasözlerini ele alalım.


OCAK

19 sayı olarak yayımlanan derginin ilk sayısı 8 Teşrinisâni (Kasım) 1334 (1918) son sayısı ile 30 Mayıs 1335 (1919) tarihini taşımaktadır. Tahrir müdürü Namdar Rahmi (Karatay)'dır. Yayın süresi, başlığın altında, diğer bilgilerle birlikte şöyle verilmektedir: “Her on günde bir Konya Türk Ocağı tarafından çıkarılır, ilmî, edebî, fennî risaledir.” Sekiz sayfalık her sayının yanında “Ergenekon Özel Sayısı” (14.sayı), 32 sayfa olarak çıkmıştır. O yıllarda Konya'da görevli aydınlarla Konyalı aydınlardan oluşan yazı kadrosundaki bazı adlar şöyledir: Besim Atalay, Nâim Hâzım (Onat), İsmail Zühdî, Ahmet Nushi (Katırcıoğlu), Ahmet Necati (Atalay), Midhat Şakir (Altan), Mümtaz Bahri (Koru), Ahmet Hilmi vb. Derginin tam bir takımı Selçuk Üniversitesi Atademir Kütüphanesindedir.

Dergide dil konusu ağırlıklı olarak ele alınmıştır. 12. sayı bütünüyle Nâim Hâzım (Onat'ın) “Lisânda Tasviye Münâsebetiyle” başlıklı yazısına (89-96) ayrılmıştır.

Konumuzla ilgili yazı ise “Lisânımız” başlığı altında ve Ahmed Nushi ile Ahmet Necati tarafından hazırlanmış, 10, 12, 18 ve 19. sayıların dışındaki 15 sayıda yer almıştır. Bu yazıların bazıları A. Nushi veya A. Necati imzalarıyla yayımlanırken çoğu iki imzalı olarak yer almıştır. Bazen, aynı sayıda iki ayrı imza ile de görülmüştür.

Kelimeler “Öz Dil” başlığı altında verilirken tamamına yakınında isim mi, sıfat mı, masdar mı olduğu belirtilmiştir. Yazının tamamında yer alan 20 adet atasözümüzün ilk 16'sı darb-ı mesel, kalan 4'ü ise atalar sözü olarak verilmiştir. Bu 20 sözün darb-mesel olarak verilenlerden 7'si ile atalar sözü olarak verilenlerin tamamı iki imzalı yazılardandır. Darb-ı mesel olarak verilenlerden kalan 13 tanesinin 10'u A. Nushi'nin, 3'ü de A. Necati'nin yazılarında yer almaktadır.

Bu kaynaktan alınan sözler çoğunluğu oluşturduğu isim karşılarına herhangi bir kısaltma işaret konulmayacaktır.


YENİ FİKİR

51 sayı olarak yayımlanan derginin ilk sayısı 1 Kânunisâni 1341 / 1 Ocak 1925, son sayısı ise 15 Teşrinievvel / 15 Ekim 1929 tarihini taşımaktadır. Pek çok kaynakta derginin 1 Temmuz 1929 tarihli 49. sayısında kapandığı yazılıdır; bu yanılma, derginin son sayılarının görülememesiyle ilgilidir. İlk 42 sayısı harf inkılâbından önce Arap asıllı Türk harfleriyle basılmıştır. Müdir-i mes'ul'ü Naci Fikret (Baştak)'tir. Yayın süresi başlığın altında, diğer bilgilerle birlikte şöyle verilmektedir: “On beş günde bir çıkar ilmî ve edebî mecmûa”. Ancak yayın aralığı bazan bir ayı, hatta bir buçuk ayı bulduğu da olur. Naci Fikret, 49. sayıda “Sahibi ve sermuharrir” olarak görülürken derginin adının altındaki ibare de birkaç kere değişir. Derginin sayfa sayısı 8-32 arasında değişmektedir. Derginin yazı kadrosunu, o yıllarda Konya'da görevli aydınlarla Konyalı aydınlar oluşturmaktadır. Ali Kemâlî, Eyüb Hamdi, Muzaffer Hâmid, Kâzım Nâmi (Duru), Feridun Nafiz (Uzluk), M. Zeki (Dalboy), M. Ferid (Uğur), M. Mes'ûd (Koman), Sadettin Nüzhet (Ergun), Naim Hâzım (Onat), Midhat Şâkir (Altan), Mustafa Şekip (Tunç), Fahrettin Kerim (Gökay), Hüseyin Rahmi (Gürpınar), vb. Derginin, Konya kütüphanelerinde tam bir takımı yoktur; ancak değişik kütüphanelerden ve özel kitaplıklardan (Sefa Odabaşı, vb.) faydalanılarak 51 sayıya ulaşılabilir.

Dergide; tarih, pedagoji, edebiyat vb. Konulara yer verilmiştir. Yer yer âşık edebiyatı ile ilgili yazılarda görülmektedir. Bu arada, çeşitli kalemlerden çıkmış olan dil yazılarının yanında, Ahmet Necati (Atalay)'nin OCAK dergisindeki ortak imzalı yazılarının bir devamı niteliğindeki “Öz Dilimiz” başlıklı dizi yazı da yer almaktadır. Yazı, derginin altıncı sayısı dışındaki ilk sekiz sayısında yayımlanmıştır. Son yazıda, “Mabadı var” deniliyorsa da takip eden sayılarda, başka bir ad altında da olsa, böyle bir yazıya rastlanılamamıştır. Yazarın adına da rastlanılamaması, bir öğretmen olan Ahmed Necati'nin başka bir ile tayiniyle ilgili olmalıdır. O, ilk yazıda, amacını açıklarken kelimelerin coğrafyasını da şöyle belirtmektedir: “Konya Vilayetinde ve bu vilayetin eski hududlarına nazaran muhtelif sancak, kaza ve nahiyeler.”

OCAK'taki yazılarda da daha az atasözüne yer verene Ahmet Necati, burada da pek fazla örnek vermemiştir. 193 kelimenin yer aldığı dizide sadece 7 adet darb-mesel yer almaktadır. Bunlardan da beyit şeklinde olanı için darb-ı mesel ibaresi kullanılmamıştır.

Bu kaynaktan alınan sözler YF kısaltması ile gösterilecektir.

Sözlerimizden OCAK'takilerin son dört tanesi atalar sözü (bizde 11, 14, 21 ve 31 numaralar) adıyla verilirken diğerleri darb-mesel olarak yer almaktadır. Yeni Fikir dergisindekiler de son söyleyiş yani atalar sözü beklenirken eskiye dönüş yapılmış ve onlar da darb-ı mesel olarak verilmiştir. Dulda kelimesi için verilen beyit şeklindeki örnekte ise herhangi bir adın konulmadığı görülmektedir.

Kaynak olarak aldığımız iki dizi yazıda, sırasıyla 256 ve 193 olmak üzere toplam 449 kelime yer almaktadır. Bunlardan 31 tanesinde 32 söze yer verilmiştir. İvedi kelimesinde verilen örnek söz sayısı iki olduğu için toplam sayıda bir fazlalık görülmemektedir.

Bu 32 atasözünün bazıları deyim havası taşımaktadır; bu az sayıdaki sözün ayrı bir yazı olarak ele alınamayacağı muhakkaktır. Ayrıca, yazımızı, iki ayrı dala ayırmak da atasözlerimiz için büyük bir haksızlık olacaktı. Buna bağlı olarak, bu küçük açıklamayla yetinmeyi uygun bulduk.

Sözlerin 16'sı isim, 10'u sıfat, 5'i “masdar” soylu kelimelerin açıklanması sırasında verilmiştir. Bir kelimemiz ise derleyicisinin söyleyişiyle “ahenk taklidi”dir: (bıh -).

Kelimelerin 12 tanesi içinde yer aldığı sözün ilk kelimesi olarak görülmektedir. Öğ küçüğü, al büyüğü sözünde böyledir.

Çok az sayıdaki atasözümüzde ise asıl kelimemiz (açıklanan kelimemiz) yer almazken karşılığı olan kelimeye yer verilmiştir. “Cüce” anlamına gelen “cuda” kelimesi atasözümüzde yer almamıştır: Cüce adam kale kapısından eğilerek geçer. (nu. 6). bezek yerine beze (nu.11), ivedi yerine iven (nu. 18), buygun yerine buy - (nu. 19), vb. diğer örneklerdir.

Atasözlerinin yapısı açısında gösterdiği özellikler şöyledir:

a. Yüklemi cümle şeklinde kurulu olanlar: 17 tane
b. İki cümleden kurulu olanlar: 3 tane (7, 24, 29)
c. İç içe iki cümleden kurulu olan: 1 tane (9)
ç. Yüklemsiz cümle şeklinde olan: 1 tane (8)
d. Beyit şeklinde (kafiyeli) olanlar: 10 tane (12, 15, 156, 20, 21, 23, 25, 26, 27, 30)

Özellikle b ve c maddelerindeki atasözlerinden bazılarında farklı birer yapı dikkatimizi çekmektedir.

Çala yaylım mı var? Hep kıntıma
Bu sözde bir soru ve ardından da cevabı yer almaktadır.
Varlığın icrası, yokluğun sintimesi
Beyit yapısındaki bu atasözümüzü kafiyeli olarak kabul edebilir miyiz? İcra ve sintime kelimelerinin kafiyeli olarak kabul edilmesi düşünülebilir mi?
Deve, “Yükümle ıh etmeden bıh etseler yeğ” demiş.

Konuşmaya yer veren atasözlerimizden olup sözün taşıdığı anlamla birlikte ıh- ve bıh- fiillerinin cümle içinde kafiyeli olarak kullanılması dikkatimizi çekmektedir.

Beyit şeklinde kurulanların bazılarında kafiye son derece sağlamdır; bunlardan redif ile desteklenenlerde ses benzerliği daha da artmaktadır.

..................ol-maz / ...............gel-mez (nu.16)
......göz-den eder / ...... söz-den eder (nu.21)
..............küçüğ-ü / ................büyüğ-ü (nu.23)


Redifi olmayan bir sözümüze küçük bir müdahale gerekecektir: Yar herk et, ya terk et (nu. 30)

Eskiden beri bilinen ve kaynaklarda aynı anlamda fakat bazıları değişen kelime gruplarıyla görülen bir atasözümüz buradan da oldukça değişik kelimelerle görülmektedir.

Sinme tilki duldasına arslan yesin ko seni
Geçme muhânet köprüsünden seyl alsın ko seni

Bu söz, bizim kaynaklarımızda daha çok ikinci mısra ile ve aşağıdaki şekilde geçmektedir:

Geçme namert köprüsünden ko aparsın su seni

Atasözlerimizden bir bölümü bilinen ve yaygın olan sözlerdir; içlerinde küçük değişikliklerle, meselâ kelimenin eş anlamlısıyla yer değiştirmiş olarak görülenleri de vardır.
a. Ağmansız güzel olmaz
Kusursuz kul / güzel olmaz.
b. At tökezlemekle başına vurulmaz.
Bir sürçen atın başı kesilmez.
c. Aylak sirke baldan tatlıdır
Bedave sirke baldan tatlıdır.
ç. İlden gelen öyün olmaz, o da vaktinde gelmez
Elden gelen öğün (aş) olmaz o da vaktinde bulunmaz.
d. İvedili işe şeytan karışır.
Acele işe şeytan karışır.
e. Suyun imil imil akanı, insanın yere bakanı.
Suyun yavaş akanından, insanın yere bakanından kork.
f. Tatın dilinden anası anlar.
Tat kızın dilinden anası anlar.

Örnek sözlerimizin bir bölümü, anılmalarına yol açan kelimelerden dolayı, büyük ölçüde bölge özelliği göstermektedir. Böylece bizler belki de unutulup gidecek olan bir atasözümüzü bir de bu şekliyle kazanmış oluyoruz.

a. Bugün ağman kelimesini bilen Konyalılar pek azaldı; çocukluğumuzda sıkça kullandığımız bu kelimeyi biz bile yıllardan beri kullanmıyoruz. Zaten bu kelimeyi ancak bildiğini tahmin ettiğimiz kimselere karşı kullanabiliriz.
b. Dilimizde hâlen kullanılmakta olan, ancak birincisi yaygın olan iki söz, Konya'da asıl kelimemiz sebebiyle ve onun da eklenmesiyle genişletilmiş olarak görülmektedir. Böylece, bilinen sözümüz oldukça değişmiş olmaktadır. Aslında deyim olan bu sözümüz “ıslanmaz” yüklemiyle âdeta atasözü haline sokulmaya çalışılmıştır.

Alağızın ağzında yarım mercimek ıslanmaz.

Ağzında bakla ıslanmamak / ıslanmaz.
(Ağzında mercimek durmaz?)
c. Türkçe olan sürç - fiili dilimizde âdeta iki yere habsedilmiş gibidir: sürç-i lisan / dil sürçmesi ve atın sürçmesi. En az bu fiil kadar Türkçe olan tökezle - fiili ise Konya çevresinde daha yaygındır. Bu sözdeki başına kelimesi, galiba başı şeklinde olacaktır.
ç. aylak kelimesi günlük dilde başka sözlerimizde de yer almaktadır: Aylak aylak dolaşma, Aylak oğlanın karnı tez acıkır, vb. Ayrıca bu sıfat bazı romanlarımızın adında da yer almaktadır: Aylak Adam (Yusuf Atılgan, 1959), Aylaklar (Melih Cevdet Anday, 1965).

Benim neslim aylak kelimesiyle büyümüştür; bedva, beleş, vb. kelimeleri okula başladıktan sonra öğrenmiştir. Onun için aylak kelimesinin yer almasını yadırgamamak gerekecektir.

d. carı kelimesi Anadolu'da çok yaygın olan kelimelerin başında gelmektedir. Ancak Derleme Sözlüğü III / c-ç'ye göre en yaygın olduğu bölge Konya ve çevresidir. Carı kuş avını alır sözünü başka illerimizde de aramalıyız.
e. cuda kelimesi Anadolu'da pek yaygın olmayan kelimelerdendir. İçinde yer aldığı atasözümüzün günümüze kadar gelebildiği tek yer belki de sadece Konya'dır.
f. Incık, Konya çevresinde çokca kullanılan kelimelerdendi; ancak günümüzde onu da bilenler azalmış bulunuyor. Bu kelimemezin yardımıyla da Incıgın aşında kurt çıkar sözünü kazanmış oluyoruz.

Örnekleri çoğaltmak yerine, anılmalarına yol açan kelimelerin ve sözlerin bazılarını hatırlayıvermemiz yeterlidir.

İngil : İngil taksam el danasına dönmezsin (nu. 17)
Buygun: Kara duyunca sarı buyar. (nu. 19)
Üzlük : Küp kırılıncaya kadar üstünde çok üzlükler kırılır. (nu. 23)
Yığın : Yığın atı çulundan bilmezler. (nu. 31)

Derleyicimizin darb-ı mesel olarak verdikleri arasında bu özelliği taşımayanlar da vardır. Herkesi kendine yosma söyleyişinde bu özelliği görüyoruz.

Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz. Ağız incelmeleri yapanlar gibi kelime derleyenler de örnek cümlelerle kendi görüşlerini pekiştirmek zorundadırlar. Sonuncular, derledikleri kelimeleri basit cümlelerde kullanmak suretiyle dildeki yer alış şekillerini gösterebilirler. Meselâ, ıhar-fiilinin kullanılışına örnek olarak verilen develeri ıhardım cümlesi çok basit bir örnektir. Oysa, bıh - fiili için verilen örnek atasözü (Deve, “Yükümle ıh etmeden bıh etseler yeğ.” demiş) hem kelimenin kullanılışını vermekte, hem de bize bir atasözü kazandırmaktadır. Bu açıdan bakıldığında kelimeleri elden geldiğince; atasözü, deyim, mani, bilmece, vb. ürünlerde yer alış şekillerine göre örneklendirmeliyiz. Böylece bir taşla iki kuş vurmuş, bir dağ köyüne veya bir yaylaya hapsedilmiş olarak kalan kelimemizle birlikte sözümüzü de kurtarmış oluruz.

Bitirme tezini veya yüksek lisans / doktora tezlerinden birini bir ağzın incelenmesine ayıran genç araştırıcılarımızın da bu konuda gerekli duyarlılığı göstermelerini bekliyoruz. Üniversitelerimizin dışında olup da bu tür ağız araştırması yapan gönüllülerden de bu çalışmaların ortaya konulmasını arzu ediyoruz. Sadece kelimenin anlamını vermek değil, o kelimeye yer veren bir kültür ürününe de yer vermek bizce millî bir görevdir ve olmalıdır da.


ATASÖZLERİ

Atasözlerimiz, anılmalarına yol açan kelimelere göre değil, kendilerinin ilk harflerine göre sıraya konulmuştur.

1. Ağmansız güzel olmaz.
Ağman: Ağmak'tan. Eksik, ayıp, kusur.

2. Alağızın ağzında yarım mercimek ıslanmaz.
Alağız: Bir taraftan bir tarafa söz götüren, koğucu, ara bozan.

3. At tökezlemekle başına vurulmaz.
Tökez - : Gafletle yürümekte olan bir adam veya hayvanın ayağı yüksek yere veya taşa çarpılarak düşecek gibi irkilmesine denir.

4. Aylak sirke baldan tatlı olur.
Aylak: Bâd-ı heva gelen nesne, ücretsiz şey, esip gelen.

5. Carı kuş avını alır.
Carı: Becerikli, işgüzar.

6. Cüce adam kale kapısından eğilerek geçer. (YF)
Cuda: Cüce, küçük boylu adam.

7. Çala yaylım mı var? Hıp kıntıma.
Yaylım: “yayılmak” masdarından. Hayvanatın otladıkları yer; hayvan otlayacak kadar yer.

8. Değirmen damı geşik ile.
Geşik: Sıra, nöbet, def'a, sefer

9. Deve, “yükümle ıh etmeden bıh etseler yeğ.” Demiş.
Bıh: (ahenk taklidi): Hayvanın boğazını bıçakla kesmeyi tasvir eder.

10. Dirgeni yiyen.....harmana gelmez. (YF)
Dirgen: Çiftçilerin harmanda sapları karıştırmak için kullandıkları iki parmaklı, uzun saplı alet.

11. Ekmeğin büyüğü bezeden olur.
Bezek: Süslemek ve düzeltmek manasına olan bezemek'ten. Ekmek, furuna yahut tandıra salınmadan evvel ekmeğin cesametine göre hamurun topaklanmasıdır.

12. Gam gamı getirir, gam çor getirir.
Çor: Hastalıktır.

13. Herkesi kendine yosma.
Yos - : Bir nesneyi diğerine benzetmek ve böylece verilen hüküm, kıyas.

14. Incığın aşında kurt çıkar.
Incık: Bir şeyi çok inceleyen, inceden inceye hesap eden, derin düşünen.

15. İkindi güneşi ıldıradı, emsizler gildiredi (?) (YF)
Ildıra - : Hafif ziya, güneşin guruba doğru gidişinden hasıl olan parıtlı, parlamak.

16. İlden gelen öyün olmaz, o da vaktinde gelmez. (YF)
Öyün: Yemek zamanı.

17. İngil taksam el danasına dönmezsin.
İngil: Koyunlara, buzağılara takılan ve boğazlarını boğmak için etrafa döner, demirden yapılma bir boğazlık halkaya tesmiye edilir.

18. a. İvedili işe şeştan karışır
b. İven çeltik (?) güzsüz doğar. (YF)
ivedi: İvmek masdarından “sıfat”, acele etmek, çabuklu yapmak.

19. Kara duyunca sarı buyar.
Buygun: Buymak'tan. Soğuğa dayantısı az olan kimse.

20. Kaşın kavran, iyi davran.
Kavran - : Çabalamak, telâş etmek.

21. Kötüye ağıt gözden eder, yüzsüze öğüt sözden eder.
Ağıt: Ağlayış, yaş, matem.

22. Küp kırılıncaya kadar üstünde çok üzlükler kırılır.
Üzlük: Çanak cinsinden topraktan yapılma, ağzı ile dibi müsavi genişlikte, karnı bel ve böğründen kulplu olan sırlı ve sırsız su bardağı.

23. Öğ küçüğü, al büyüğü.
Öğ- : Yermek; zıddı medih, sena, sitayiş.

24. Öküzün yemini bir dananın batmasına yatır, padişahı düşünde görür.
Batma: Ahırda hayvanlara mahsus yemlik.

25. Sap kabar(ır), fakat koparı(r), sahibi gülek verir haberi.
Gülek: Pekmez, yağ konur, ağaçtan mamul kulplu, derin bir kap.

26. Sinme tilki duldasına arslan yesin ko seni,
Geçme muhânet köprüsünden seyl alsın ko seni. (YF)
Dulda: Rüzgâr ve soğuktan muhafazalı yer.

27. Suyun imil imil akanı, insanın yere bakanı (YF)
İmil imil: Yavaş yavaş, içinden pazarlıklı kimse, kurnazlığını hissettirmeyen.

28. Tatın dilinden anası anlar.
Tat: Dilsizlik, söz söyleyememek.

29. Varlığın icrası, yokluğun sintimesi.
Sintime / sintimel: Yoksulluk sıkıntısı, ihtiyaç azabı.

30. Ya herk et, ya terk et.
Herk: Çiftçilerin tarlayı sürüp güneşletmek, ot vesaireden temizlemek suretiyle dinlendirmeleri, nadas.

31. Yığın atı çulundan bilmezler.
Yığın: Keskin çok yürüyücü.





 
Bu site Kültür ve Turizm Bakanlığı Bilgi Sistemleri Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanmıştır.
Bu sayfa 9667 kez gösterilmiştir.