Masallar

MASALLAR

Anonim halk edebiyatı mahsullerinin en yaygınlarından birisi olan masal, bilinmeyen bir yerde bilinmeyen şahıslara ve varlıklara ait olayların hikayesi olarak tarif edilmektedir. Masal kahramanları padişah, keloğlan, arap gibi insanlar; at, güvercin, kurt, aslan, tilki gibi hayvanlar; dağ, taş, kuyu, su, sofra gibi maddi unsurlar; dev, peri vb. hayali yaratıklar; akıl, zeka, iyilik, kötülük, güzellik gibi yalın fikirler olmak üzere akla gelebilecek herşeydir. Masal sadece eğlendirmek oyalamak amacıyla çocuklara anlatılan bir edebi tür olmayıp; onlara doğru ile yanlışı, hiçbir zaman iyiliğin ödülsüz, kötülüğün de cezasız kalmayacağını öğreten, bilimsel yönüyle ise insanın ve ait olduğu toplumun anlaşılmasını sağlayan bir anlatı türüdür.

Ahlat İlçe Merkezi ve Otluyazı, Uludere ve Güzelsu köylerinde gerçekleştirilen derlemeler sırasında halk edebiyatı anlatım türlerinden masala, “hikaye/heket” dendiği tespit edilmiştir. Masal anlatma karşılığında ise “hikaye/haket söylemek-anlatmak kullanılmaktadır.

Yapılan çalışma sırasında, özellikle televiz2yonun gündelik hayata girmesiyle ve onun toplum üzerinde yarattığı etkiye paralel olarak değişen eğlenme ve dinlenme ihtiyacını karşılaması, masal anlatma ve dinleme ihtiyacını duymamaya neden olduğu tespit edilmiştir. Geçmiş yıllarda özellikle kış geceleri “hikaye/haket anlatıcısı” adı verilen kişiler etrafında toplanılarak, onun anlattığı masalların dinlendiği öğrenilmiştir. Ancak çalıştığımız kaynaklarımızın pek çoğu uzun zamandır hiç masal anlatmadıklarından, atalarından öğrendikleri bu edebi mahsu2ller ya tamamen unutulmuş veya bazı yerlerinden kesintiye uğramıştır. Bu, kaynaklarımızın hatırlayıp anlattıkları masalın birçok yerinde söyledikleri, “daha çoktu gerisini unutmuşum” vb. ifadelerinden anlaşılmaktadır. Buradaki masallar, kaynak kişilerin anlatma şekillerine ve yöre ağzına dokunulmadan sadece okuyucunun daha rahat anlamasını sağlayacak parantez içi eklemelerle verilmiştir.

Anlatıcı, masalın başında ve devamında dinleyiciyi masala hazırlamak ve dikkatini bir noktada birleştirmek ihtiyacını duyar. Ahlat'ta da, masal başında tekerleme denilen bölümün varolduğu tespit edilmekle beraber, anlatıcılar, bu kısımları unuttuklarını ifade etmişlerdir.

Müstakil olarak tespit edilen tekerleme örnekleri şunlardır:

Evvel zaman içinde
Kalbur saman içinde
Pireler berber iken
Develer tellal iken
Ben annemin beşiğini
Tıngır mıngır sallarken
Ha şurada, ha burada
Eşeği yedirdim kurda
Yedi part at yükledim karıncaya
Görmedin mi tuttum pirenin ağını
Kulağına vurdum dağını
Seksen batman iç yağını
Geçen mezatta sattım görmedin mi
Tuttum pirenin iyisini
Soydum çıkardım derisini
Kırk deveye yükledim hepsini
Geçen mezatta sattım görmedin mi
Karıncaya vurdum palan
Yeddi yerden çektim kolan
Söylediğim hepsi yalan
Birbirine uymadı mı

Bir varmış bir yokmuş
Evvel zaman içinde
Kalbur saman içinde
Deve tellal iken
Horoz berber iken
Karşıda bir kadın gördüm
Adını sordum
Dedim adın ne?
Dedi adım Emine
Eğildim baktım peştamalının ortası yok
Bir yanı sazlık samanlık
Bir yanı tozluk dumanlık
Bir yanında davulcular davul döver denginen
Bir yanında boyakçılar boyar boyar renginen
Bir yanı da halıdan halıya boş kalmış

Masal içerisinde ise dinleyicinin dikkatini toplamak amacıyla uygun yerlerde; “Bir içeri girdim sazlık samanlık, tozluk dumanlık”, “Demirciler demir döver kendi halinde. Millet eğlenir kendi halinde” gibi formeller kullanılmaktadır.

Fatmacık

Bir adam varidi. Ondan sonra onun bir kızı varidi. Bir de bir karısı varidi. Karısı vefat etti. Kızı kaldı, ismi de Fatma. Karısı ölen zamanı vasiyet etti. Dedi ki, bak herif, ben öleceğem, sen evleneceksen ama dünyada sana diyem, sen dabanı çatlak kadın almayasan. Öyle söyledi. Benim kızıma hakaret eder dedi. Onun için. Ben dedi kızımı çok güzel besledim. Bir de bir inekleri varidi. Bunlar gidir, herif birkaç sene kalır öyle. Arir-aramir öyle bir kadına rastlamir. Bir gün bir kadının yanına bahır ki, dabanları çatlak. Dir ki, valla ben seni alacağıdım ama senin dabanların çatlaktır. Benim hanımım böyle bir vasiyet etti, onun için ben seni almam. Kadın kendisine gidir, başka türlü edir, ayaklarına artık ne yaptığını bilmirem başka yoldan dönir gelir. Dir herif sen beni almazsan? O da dir ki, bi bakam sonra. Bahır ki, ayaklarında çatlak yok, aynı kadın. Getirir eve. Dir Allah'ın emrinnen peygamberim kavliynen ben seni alirem, kendime hanım olarak. Onu alır, getirir eve. Getirir artık birkaç gün gidir, bir kızı da ondan olır. Artık kendi kızına çok güzel bakar, o Fatma'ya bakmaz. Tabi kumanın kızı ya bakmaz. Bakmaz, bir zaman öylenen geçinirler. O Fatma sabahleyin kalkar gider, akşama kadar bir parça kuru ekmeği verir eline. Der görür bu ineği otar. Fatma gider ineği otarmağa dağa.

Dağ da bir gün bir kari rastlir. Dir yavrum sen neye bu kadar ağlıyorsun. Dir napam ne yapam, annem öldü, kimsem yoktur. Babam gitti, bir kari getirdi, bana çok zülüm ediyir. Dir ki yavrum gel biraz başıma bak. Başına bakmaya başlır, saçının içersinde. E bir şey yok saçında. E bahır kadının başında bir şey yor. Deyir ki, yavrum git yolda üç tane çeşme var. Biri siyah, biri kırmızı, biri beyaz, siyaha hiç elleme, evvel kırmızıda yıka yüzünü, ondan sonra da beyazda yıka.

Bu kız gidir. Bahır ki, doğru üç tane çeşme. O beyazda yüzünü yıkır, ondan sonra kırmızıda. Öyle beyaz olır ki, böyle kar gibi. Yanaklar böyle kıpkırmızı. Akşamleyin gelir eve analığı deyir ki sen nerelerde gezdin ki, böyle güzel oldun. Yarın da benim kızım gidecek. O gitsin deyir. Kızına çörekler yapır, doldurır, ineği alır, kızı gidir otarmağa. O kadın bir daha çıkır gelir. Deyir kızım hele gel benim başıma bak. Diyir işim yoktu şimdi senin bitlerini mi öldürmeye....(Kadın) diyir get iki tane çeşme var orda. Biri siyah biri kırmızı. O siyahdan evvel yıkan, ondan sonra da kırmızıda yıkan. Gidir yıkır aynısı siyahdan olır simsiyah, kırmızıdan olır kıpkırmızı, burda da bir boynuz çıkır. Küçük bir boynuz çıkır şurasında (alnında) gelir. Gelir (annesi) diyir kızım bu nedir. diyir işte hal mesele böyleyken böyle başıma geçti. E deyir niye Fatma güzel oldu sen bu hale geldin?

Diyer ne edem ne etmeyem ben bu kıza. Sabahleyin kalkıyır, tendiri yakıyır, kurru kurru ekmekler yapıyır. Beş altı tane şurasına bağlıyır. Girir yatağa. Ben hastayım kemiklerim kırılır. Böyle edir, kemiklerim kırılır. Analık yapıyır ki, ineği kestire. Bu başlır böyle yapmaya. Kocası gelir deyir hanım noldu sana. Diyir ki, ne olacak benim başıma böyle şey geldi. Fatma'nın ineğini kesersense o benim ilacım. Onu kessen ilac olır bana. Bu kakır deyir ineği keseceğem. Fatma gidir ineğin yanında oturur ağlamaya, Allah'a dua etmeğe başlır. İnek dile gelir Allah tarafından. Der Fatma der hiç korkma beni kesecekler, onlara öyle zehir gibi olacak etim, sana öyle bir tatlı olacakki, Allah de yeter. Ama der kemiklerimi başımı, ayaklarımı, bir de derimi dedi götür filan ağacın altına koyla dedi, onlar birgün sana lazım olurlar dedi, seni kurtarırlar.

İneği getirirler, kesiyirler, pişirirler. E o kadın yiyir olır zehir o et ona. Fatma yir Fatma'ya bir şey olmır, tatlı. Onu yir, kaldırır kemiklerini doldurur bir torbaya, kafasını derisini ayaklarının da çuvala bir doldurur götürür. Aynı o ağacın altına kuyulır.

Bir gün padişahın oğlu bir kız arıyormuş. Analığı, kendi kızını bezir. Güzel kız ya Fatma. Onu da götürür saklır. Ondan sonra gidiyler bakıyler ki, (kız) kapkara, kıpkırmızı. Bu kız bize yaramaz deyir(ler).

O kadın gelir dağda başıma bak dedi ya. O gelir, deyir ki, Fatma padişahın oğlu evlenir, gidek oraya. E ben neynen gelim üstümde elbise yok, bir şey yok. Diyer gidek o ağacın altını kazak. Senin ineğinin kemikleri hep oldu altın, ayakkabı elbise. O vakıt sürmeli elbiseler varidi evvelki zamanda. Dedi hepsi öyle olmuş. Gidek çıkarak bezeyem seni alam gidem düğüne. Valla gelirler, kazirler, bakırler ki, doğrudan da aynısı. Bunu bi güzel bezir. E güzel zaten. Bezedikten sonra bunu alır, götürür düğüne.

Şimdi, bu (analığın) kız(ı) ikide bir gelir deyir ki, anne deyir gözleri aynı Fatma'nın gözlerine benziyir. (Analığı Fatma'ya) Getiriy, buğdaynan çavdarı birbirine karıştırır. Diyir sen bunları ayıracaksan bu iki küpeyi de göz yaşıynan dolduracaksan ben gelene kadar.

Yaşlı kadın da gelir tez tez gelir, tuzu dökir suyun içersine güzel karıştırır. Bırakır göz yaşı gibi olır. Onları doldurur küpeye. Öyle gögercin gelir ki, böyle acayip o çavdarnan o buğdayı birbirinden ayırırlar Allah'ın tarafından. Onları da ayrı bırakır. Gidirler düğüne. O kız gelir diyir ki anne, gözleri aynı Fatma'nın gözlerine benziy. Deyi böyle Fatma'nın elbiseleri nerden geldi, nerden giyindi geldi. Şimdi dağılacaklar diye kadın alır Fatma'yı götürür, elbiseleri geri dolduriyler torbalara, getiriyler kuylıyler. Fatma evinde oturiy kadınnan kızı gelir. Gelir bakır ki, Fatma oturur (kendi) kendisine orda. (Analığı) İş yaptın mı? Evet. Gözyaşı doldurdun mu? Evet doldurdum.

Şimdi gelen zamanı onun altın ayakkabı(sı) çamura batır. Edirler etmirler çıkaramırler. Kalır orda. Sabahleyin padişah oğlu gelir bakır ki, çeşmenin ayağında bir şey parlır. El atır bakır ki, bir ayakkabı. Ayakkabıyı kaldırır. Şimdi onun şeyini verdiler televizyona. Kaldırırler yıkıyır, bırakır bir güzel kutuya bunu memleket memleket dolandırır. Bu kimin ayağına olursa onu alacam (der). O kadar gezdirir, bir kimseyi bulamır, diyir bir tek fukara adamın kızı kaldı. Dedi gidek oraya.

Geliriyler o kızın ayağına. Onun adı da Ayşo imiş. Ayşo'nın ayağı kocaman metre kimin. Bir kadın geliy deyi valla bir kızı saklamış kendi kızını gösteriy. O onun kızı değil kumasının kızıdır diyor. Valla getiriyler Fatma'nın ayağına giydirir giydirmez onun ayağına oluyor. Padişahın oğlu diyor ben isteyeceğim. Orda geliyler nişan takıyler. Düğünün gelmesine yakın analığı o elbiseleri çıkarıy getiriy kendi kızına giydiriy. Ondan sonra bu gelir. E millet bütün geliy bakıy geline. E padişahın oğlunun gözü kör ola dir bunu nasıl aldı. (analığı) Fatma'yı getirir bırakır tendire. Bizim bu tendirler varya. Oraya bırakıy, Fatma'nın bir de horozu varımış. Geliy horoz dir. “Gıgıl gıl Fatma Hanım tendirde, Ayşa onun başında kakılakil”. Onu öyle diyende bir kadın böyle kendisini bilen bir kadın diyir ki, ben gidem hele tendire bakam, ne var bu tendirde. Gidiyler bakıyler ki, gül gibi bir kız. Deyirler valla padişahın hanımı bu. Valla onu kaldırıyler gelin ediyler, götüriyler.

Bir senemi ne kalır onun bir oğlu olır. Bir oğlu olır. (Bir süre sonra analığı) Geliy deyi ki ben kızımı götüreceğim eve. Kızını aldı gitti, götürdü evine. Bir ay mı neydi orda kaldı. Bir ay sonra padişahın oğlu haber gönderdi. Dedi benim hanımımı gönderin gelsin. Dedi dur bir aydır gelmiş hiç banyo yapmadı. Dur bir banyo yaptıram da sonra görür.

Bu getiriy bir top inne. Kızı oturttur orta, teşte. O vakıt nerde vardı banyo manyo. Teşt vardı. Teştte oturtur başını yıkır. Bir inmeyi başına sancır, o top inne bitti; kadın oldı koskocaman bir kuş uçtu getti. Oğlan kaldı. O zamanki zamanda varidi biraz cazılık. Artık ne okuduysa inneleri vurdu kadının başına, oldı bir kuş getti. Gettikten sonra (analığı) getirdi kendi kızını bir güzel bezedi, o elbiseler o şeyler oğlunu verdi kucağına. O vakıt fayton vardı, faytonu getiriyler. Bindirir gece. Ama dir kızım bak sen oraya gittikten sonra sen padişahın gelinisen. Emredeceksen ki, hiç kimse lamba yakmasın. Karanlıkta gideceksen kocanın odasına. Artık benim odam hangisidir diye sorır gidir. E oğlan ağlır, patlır, çıkarır memesini verir. O oğlan onun memesini hiç alırmı. Anası değil bişey değil. Bu padişah gece özledim diye (kızın) odasına gidir. Niye karanlıktır? E göynüm öyle istedi, ben bırakmadım lambaları yakmaya. İşte o gece öyle yatıyler. E deyi karı sen babanın evine gittin de teze mi kız oldun. E der senede bi vakıt bizim halimiz bu. (Padişah) Sabahtan erken oğlunu alır gelir bahçaya. Bahçaya yenir, bağvancı deyir ki, diyir padişahım bir kuş gelir ağaca konır. Deyir “bağvancı bahçacı padişahın oğlu ağlıyor mu?” Ka(l)kan zamanı diyir o ağaç kuruyır. Diyir Allah Allah bu nedir, neyin nesidir.

Bir gün oğlunu alır, ağacın altında oturır, bakırki kuş geldi dedi “bağvancı bahçacı padişahın oğlu ağlıyor mu?” kalkar kalmaz bütün ağaç kuruyor dallarını döküyor yere. Diyir böyle olmaz. O vakıt şey varidi. Gir varidi. Zift. Gir didi dökek, gelen zamanı ayakları batsın oraya, öylene tutak. Getirdiler bi bezin üstüne kaba serdiler. Bezi bağladılar ağacın ortasına konacak yerine. Öylece bağladılar bıraktılar oraya. Getti oraya kondu kuş. Geldi kondu dedi “bağvancı bahçacı padişahın oğlu ağlıyor mu?” kakan zamanı ka(l)kamadı. Ayakları yapıştı ya ka(l)kamadı. Çıkırlar ordan alırlar. Alırlar bakırlar ki, koskocaman bi kuş. O kuşu alır padişahın oğlu, oğlu da kucağında. Alır onla sevinirler. Böyle ettikçe bakır ki, başında inne. Onu çıkarır. Öğlene o top inne bitti, kadın çıpçıplak anadan doğma kalır padişahın oğlunun yanında. Hemen padişahın oğlu deyir siz gidin o tarafa. Diyir gidin elbiselerini getirin giydirin. Getirir bırakır arkasına ceketini örtür üstüne. Bakır ki kendi hanımı. Kendi hanımı olduğunu tanır tabi. Gidirler elbiselerini getiriyler sandıktan, geydiriyler. Orda epey oturıyler, gidirler bakırlarki o kadının kızı hâlâ odada yatıyor. Gönderiyler anasını da getirttiriyler. Üç at, üç köpeği üç gün aç bırakır. Ondan sonra tenekeleri atların kuyruklarını güzel bağlır, atların kuyruklarını, köpekleri bırakır bunun arkasına. Götürirler dağ taş gezdiriyler, parça parça ediyler. Ondan sonra atlar çıkır gelir. Yirler içerler muratlarına geçirler.

Mehmet Bey

Efendim eski zamanda bir padişah varmış. Bu padişahın üç oğlu varmış. Üç oğlu, bir kızı varmış. Zaman geliyor padişahın hanımı vefat ediyor. Padişah kalkıp tekrar evleniyor, bir hanım getiriyor. Aradan zaman geçiyor padişah bir gün oturup düşünüyor, çocuklarına diyor ki, ya çocuklarım diyor, artık bu kadar dünyalık servetim var, ben hacca gidecem.

Padişah kalkıp hacca gidiyor. Hacca gittikten sonra, bu karı kalkıp kendine bir dost buluyor. Dostuyla oturup kalkıyor. Bir gün dostu diyor ki, sen bana padişahın devlet kuşunu keseceksin. Ya olur mu olmaz mı. Olur diyor. Eğer sen bana padişahın devlet kuşunu kesersense ben gelirim, kesmezsense ben gelmem. Diyor tamam ben kesecem. Bu kalkıyor padişahın devlet kuşunu kesiyor. Çocuklar okuldan dönüyor üç kardeş. Büyük Mahmut, küçüğü Ahmet, en küçüğü Mehmet. Okuldan dönüyorlar, bu kadın onlara çok işkence yapıyormuş, zalimlik yapıyormuş. Çocuklar eve geliyor. Evde anne biz açız. Zıkkım diyor, gidin peynir ekmek yiyin diyor. Büyük Mahmut biraz on iki, on üç yaşlarında. “Ya anne” diyor, biz padişah çocuğuyuz bizim evimizde yok mudur, balından sütünden tereyağından kaymağından versen. Sen bize bu işkenceyi yapıyorsun da her gün bize peynir ekmek yediriyorsun. Kadın insafa geliyor, kalkıyor yaptığı yemekten birine kanadı, birine yüreği, birine de böyreği veriyor. Çocukların ekmekleri üzerine bırakıyor. Yiyip sevine sevine okula dönüyorlar.

Bunlar gittikten sonra kadının dostu geliyor, tabii oturuyor. Kadın bunun önüne servis yapıyor. O kaşığı çatalı alıp eline böyle içini karıştırdıktan sonra bir tekme vuruyor. Noldu? Hani diyor bunun kanadı, yüreği, böyreği. Valla diyor acıdım. Padişahın oğluna verdim, onlar yidi okula gitti. Ya diyor ben zaten bunlar için kestirttim bu kuşu. Ben bu üçünü yiyecektim. Ben gelmem. Kalkmak istiyor. Kadın otur diyor, çocuklar okuldan dönsünler, ben bunların karınlarını yaracam, ben bunları sana verecem. Söz mü? Söz.

Bunları, kız kardeşleri olan evdeki Fatma duyuyor. Kilere iniyor. Kovasını dolduruyor ekmek, peynir; kardeşlerinin okuldan çıkma zamanı çeşmeye gidiyor. Bakıyor üç kardeş el atmış birbirinin omuzuna oynuya oynuya eve geliyorlar.

Kardeşlerine bakıyorlar, kardeşleri ağlıyor. Bacı niye ağlıyorsun? Valla diyor eve gelmeyin. Niye? Valla diyor siz eve gelseniz annem sizi öldürecek, sizin karınlarınızı yaracak, yürek, böyrek, kanadı çıkarıp dostuna verecek. E napalım? Alın bu ekmeği bu şehri terk edin. Padişah çocuğu bunlar nazik yetiştirilmiş. Yol iz bilmiyorlar. Üç kardeş, bir bacı birbirlerine sarılıp ağlayıp vedalaştıktan sonra bu üç kardeş tekrar yola düşüyor. Bunlar bir müddet gittikten sonra bir şehrin kenarında bir mezarlığa varıyorlar. Büyük kardeşleri Mahmut diyor ki, kardeş diyor, biz şehre gitsek kayboluruz. En iyisi bu mezarlıkta kalalım bu gece. Yarın çıkar iş ararız. Tabii sabah oluyor. Büyük kardeşleri diyor ki, sizin ikinizi yanımda götürsem belki sizi orda kaybederim. Siz burda beni bekleyin. Ben şehire ineyim, bakayım ne var ne yok. Eğer bir iş bulsam gelip sizi alıp götürürüm. Olur abi diyorlar. Kardeşleri Mahmut şehre iniyor. Şehir öyle kalabalık iğne atsan yere düşmez. Bayağı büyük bir toplantı. Varıyor kardeş diyor hayırdır bu toplantı...? Sana ne ulan. Ordan bir tanesi yahu niye kızıyorsun garibana diyor. Kardeşim diyor bizim padişahımız ölmüş, şimdi bizim padişahın devlet kuşu varmış, devlet kuşunu uçuracağız, kimin omzuna konarsa o bizim padişahımızdır. İyi diyor Allah hayırlı etsin. Herkes, muhtar diyor benim omzuma konsun, Bünyamin diyor benim omzuma konsun, herkes diyor benim omzuma konsun ben padişah olayım. Herkes hazır mı hazır. Kuşu elden uçuruyorlar. Kuş dolanıp fırlanıp gelip Mahmut'un omzuna konuyor. Beş on tane genç yetişiyor Mahmut'u döve döve bir uçurumdan aşağı atıyorlar. Atıyorlar ağzı burnu kan içinde kalıyor. E tabi o anda kardeşlerini unutuyor o dayağı yedikten sonra.

Tekrar toplanıyorlar. Yine kuşu uçuruyorlar. Kuş yine dolanıp fırlanıyor, gelip uçurumun dibinde Mahmut'un omuzuna konuyor. Beş kişi, gitmişse, bu sefer on kişi döve döve getirip bir ahıra katıyorlar. Bir mağaraya katıyorlar. Hiçbir taraftan ışık girmeyecek şekilde kapıyı örtüyorlar. Tekrar toplanıyor.

Bunlar zaman geçtikten sonra bir daha kuşu uçuruyorlar. Kuş geliyor o evin etrafında dolanıyor, fırlanıyor bir delikten içeriye giriyor Mahmut'un omuzuna konuyor. Konunca Mahmut kuşu alıp ağlıyor, ey Allah'ın hayvanı diyor, benden başka insan yok muydu o toplumda, sen gidip başkasının omuzuna konsaydın. O sefer geldi beni uçurumdan attılar, bu sefer gelseler beni öldürecekler. E tabii şehrin ileri gelenleri kapıyı açıyor. Yav oğlum diyor demek bizim hakkımızda hayırlısı sensin. Sen bizim padişahımız olacaksın.

Büyük kardeşleri Mahmut orda padişah olunca kardeşlerini unutuyor. Kardeşleri akşama kadar bekliyorlar abileri gelmedi. Ahmet diyor abimiz bizden büyüktü biraz elinden iş filan geliyordu. Gitti kendisine iş buldu, bizleri unuttu. Hadi gidelim.

Bunlar iki kardeş yola koyuluyorlar. Bayağı gittikten sonra yine bir şehre varıyorlar. Şehir mezarlığında yatıyorlar. Ahmet bu sefer şehre iniyor. Ahmet iş buluyor kendisine. Mehmet yalnız kalıyor. Mehmet on bir- on üç yaşlarında, abilerimin elinden az çok iş geliyordu yahut iş beceriyorlardı, onlar kendilerine iş buldular, ben yalnız kaldım.

Yalnız kaldım diye ağlıya sızlaya düşüyor, padişah padişah çocuğu nazik yol bilmiyor, iz bilmiyor. Üzerindeki elbiseler ormanın çalılarına ilişmiş -. Her tarafı paramparça biçimde. Bir şehrin kenarına varıyor. Bakıyor toplantı var, toplanmışlar. Bir kenarda oturmuş bu toplantıyı seyrediyor.

O toplantıysa o şehrin padişahının. Padişahın gözü çocuğa takılıyor. Çocuğa bayağı ısınıyor. Çağırın şu çocuğu diyor. Çağırıyorlar. Kimsin. Diyo benim Allah'tan başka hiç kimsem yok. Eyi benim yanımda çalışmaz mısın? Çalışırım. Padişah bunu alıp yanına götürüyor. Bunu yayladaki hayvan sürülerinin başına gönderiyor katip olarak. Bu padişahın üç kızı varmış, büyüğü onun vezirinin oğluna nişanlı, onun küçüğü vekilin oğluna nişanlı, küçük kız bekar. Yalnız kalbinde padişah diyor ki, ben bu kızı bu çocuğa verecem.

Bir gün kızlar has bahçede gezerken yedi başlı dev geliyor, bu üç kızı alıp götürüyor. Asker ordu peşine sarıyorlarsa da kızları bu yedi başlı devin elinden bir türlü kurtaramıyorlar. Götürdükten sonra, e padişah ne de olsa üç kızı gitmiş, bayağı üzüntüyü kapılmış düşünüyor. Bir gün canı sıkılıyor kalkıp dağa gidiyor. Mehmet bakıyor ki, padişah geliyor. Tüm oraları temizledikten sonra yaklaşık olarak beş yüz metre filan karşısına gidiyor. Geliyor, işte bu sene bu kadar hayvan satıldı, bu kadar deve geldi, bu kadar at gitti, bu kadar koyun kesildi hesabını verdikten sonra (padişah) diyor ki, senin yerine başka birisi kalsın sen benimle şehre gel. Padişah kalkıyor Mehmet'i yanına alıp şehre geliyorlar. Evinde yaldız padişah çok düşünceli, sofra geliyor. Mehmet diyor ki, padişahım sağolsun diyor senin üzüntün ne? Hiç oğlum diyor. Yok diyor senin üzüntünü bana söylemezsen ben bu yemeği yemeyeceğim. Oğlum boş ver yok diyor. İllam sen bana bu üzüntünü söyleyeceksin. Valla diyor benim üç kızım vardı. İşte bunlar diyor ikisi nişanlıydı, birini de ben kendi kalbimde sana verecektim. E peki ne oldu bu kızlara? Diyor bunları yediş başlı dev götürdü. Mehmet kalkıyor diyor ben bu kızların peşine gidecem. Oğlum, yapma kalkma bu kadar ordu, asker geri çeviremedim kızları, sen nasıl çevireceksin. Hayır diyor ben gidecem. Padişah ne yapıyorsa bunu önleyemiyor. Kalkıyor kendi atını kendi kılıncını Mehmet'e veriyor. Hani diyor bunun nişanlılara da gelsin bizimle beraber. Nişanlılarını da çağırıyor. Burdan çıkıyorlar yaklaşık otuz kilometre falan kala devin kalesi görünüyor. O iki nişanlılar diyor ki, bak devin kalesi ta karşıda git. Niye? Biz gelmenik. Düş önüme ulan diyo. Bunları zorluyor. Devin kalesine yaklaşıyorlar bir beş - altı kilometre kala o iki nişanlı çocuklar, vezir vekilin oğulları diyor ki, sen bizi assan da kessen de biz burdan bir adım öteye gelmezik. Bak oğlum diyor ben gidecem. Eğer zaten ben devi öldürdümse gelip nişanlınızı götüreceksiniz. Yoksa dev beni öldürürse çekip gidersiniz. Mehmet kaleye yaklaşıyor kalede kapı yok, her taraf demir. Geri çekilip ya Allah diyor nasıl tekmeyi vuruyorsa demir kapıyı açıp içeri giriyor.

İçeri giriyor efendime söyleyim kırk kapı, bir kapıyı açıyor bakıyor altın bir tarafında gümüş bir... bir tarafı işkence adam öldürme, kapıları açıyor. Bakıyor ki, üç kız oturmuş el işi yapıyorlar. Kızlar görünce bunu ey insanoğlu sen niye geldin diyor. Bugün tam otuz dokuz gündür dev yatıyor yarın kırkıncı günü bu dev kalkacak seni de yiyecek bizi de yiyecek. Siz diyor padişahın kızları mısınız diyor. Evet diyor. Büyüğünüz hangisi? Falan. Sen diyor vezirin oğluna mı nişanlısın? Evet. Sen de vekilin oğluna mı nişanlısın? Evet. Küçük kıza da diyor sen benimsin. Küçük kız biraz şımarıklık yapıyor. (Mehmet) diyor bana devin yerini gösterin. Diyorlar biz bilmiyoruz. Küçük kız diyor ben biliyorum. Küçük kız kalkıyor önüne düşüyor. Mehmet de bunun peşine...

Dev büyük bir alanda mağaranın içinde biz yöremiz olarak “peyin” deriz hayvanın gübresinin ufaltılmasına “peyin” deriz. Peyinin içerisine girmiş yatıyor dev. Tamam kıza diyor sen git.

Bu devin ayağının altından kılıncını sokuyor. Sokunca kızlar diyor bırakmayın pireler beni rahatsız etti. Bu kılıncını çekiyor bu sefer kılıncı tam saplıyor ayağının altından çeviriyor. Bu yine bağırıyor kızlar bırakmayın pireler beni rahatsız etti. Kalk kafir diyor ben pire değilim benim.

Dev silkiniyor yalan olmasın bir ufak dağ gibi çıkıyor Mehmet Beyin önüne. Ey diyor seni gökte ararken yerde buldum. Zaten diyor dişim ağrıyordu seni dişimin altına bir ilaç yapayım. Kafir diyor yemeden övünme. (Dev.) Kalkıyor diyor sıra kimde. Mehmet kalkıyor diyor ki, biz sırayı önce karşımızdaki düşmana veririz. Dev eline değirmen taşını alıyor. Eline alıp çevirip çevirip Mehmet Beye fırlatınca. Fırlatınca ordan zıplayıp bu tarafa kendisine atıyor. Bir taraf toz toprak heyvah diyor. Kalmadı bir parçası ben biraz dişimin altına bırakayım. Kafir diyor ben sana demedim mi yemeden övünülmez. (Mehmet) Sıra kimde diyor? Sende. Ya Allah der demez kılıncını sallıyor devin iki kafasını kesiyor. Uçurunca dev o kadar sinirleniyor ki böyle neredeyse Mehmet'i parçalayacak. Değirmen taşını alıyor eline tekrar Mehmet'e fırlatıyor. Buraya fırlatınca o da tekrar bu tarafa zıplıyor. Kalenin bir tarafı toz toprak duman. Heyvah diyor bir parça kalmadı ben şu yaralarımın üstüne bırakayım. Kafir diyor ben sana demedim mi yemeden övünme. Sıra kimde diyor? Sende. Ya Allah der demez kılıncını sallıyor devin üç başını kesiyor. Tam üç kafasını kesiyor. O anda ben de ordaydım. Üç kafasını kesince iki de önceden kesmişti ki beş kafa. Bakıyor ki, ancak değirmen taşını şöyle yanına çekiyor iki kafasını daha uçuruyor. Yalan olmasın devin kulakları bizde lavaş ekmek derler. Her bir kulağı lavaş ekmek kadarmış. İki tanesini kesiyor mendiline bırakıyor. Dışarıya çıkıyor hani vezirin vekilin oğlu onu bekliyor ya dışarda. Onlara el ediyor. bunlar zannediyor ki devdir. Bunlara el ediyor. bunlar atına binip geri dönüyorlar. Ne de olsa padişah atı altında Mehmet'in (altında) kestirmeden bunların önünü kesiyor. Ulan diyor sizin karılarınızı da mı ben getirecem. Yav diyorlar sen devi nasıl öldürürsün. Mendilinden devin kulaklarını açınca biri sağa kaçıyor biri sola kaçıyor. Oğlum diyor siz bunun kulaklarından korktunuz, siz bunun kendisini görseniz ne yapacaksınız. Gelin biz bunu öldürdük. Herkes kendi karısını alsın gitsin. Tabi bunlar alıp gidiyor. Karılarını alıp dışarı çıkarken bunlar diyor ki, yav bunun hiç mücevheri hazinesi yok muydu. Küçük kız diyor ki, ben biliyorum yerini. İşte falan yerde falan mağarada. Mağaranın başına geliyorlar. İşte o zaman kendisini pehlivan zannedenler, güreşçi zannedenler kırk metre şerit, ip bağlarlarmış bellerine, pehlivanlık şeyi yaparlarmış.

Gel lan vezirin oğlu buraya. İki metre sallıyorlar. Vay ben öldüm yandım aman Allah beni çıkarın kuyudan. Onu çıkarıyorlar. Vekilin oğlunu sallarken o da başlıyor ağlamaya. Yav ben öldüm yandım beni çıkarın. Onu da çıkarınca küçük kız ortaya atılıyor. Diyor beni sallayın deyince Mehmet bir tokat elinin tersiyle ağzına vuruyor. Diyor erkek olan yerde diyor bayanın, karının diyor işi yoktur. Sallayın lan beni. Mehmet Beyi kuyuya sallıyorlar. Kuyudaki tüm mücevheri çıkarıyorlar. Şimdi diyor ben geliyorum beni çekin. Bunu çekiyorlar tam kuyunun ağzına gelen zamanı vezirin oğlu el atıyor kılınca ipi kesiyor. İpi kesince kuyunun dibine çakılıyor.

Tabi bunlar atları, mücevherleri, kızları alıp dönüyor. Padişahın huzuruna çıkıyorlar işte padişahım sağ olsun sen diyordun Mehmet. Mehmet işte girdi devin ağzına. Devbastı onun beline kırdı. Biz de devi vurduk öldürdük, kızları aldık geldik. Padişah bunun üzüntüsünden meraklandı, başladı hasta olmaya.

Aradan zaman geçti Mehmet Bey bir gözün açtı baktı kuyunun ağzındaki taş tam yanına düşmüş, yani bir karış daha bu tarafa düşse tam üstüne düşecekmiş. O gürültüye uyanıyor. Bakıyor büyük bir mağarada çıkacak hiçbir yer yok. Oturuyor taşın üstünde şöyle bir dinlendikten sonra şöyle bir geziyor. Kapılar var kapıları açıyor. Bir kapı açıyor boş. Bir kapı açıyor boş. Bir kapı açıyor bakıyor ki, iki at, bir Arap adam, sakalı neredeyse ta ayaklarının üzerine düşecek. Selamünaleyküm diyor Arap. Vay Aleykümselam Mehmet Pehlivan. Yav vay sen nerden biliyorsun benim Mehmet Pehlivan olacağımı. Valla ben Arap diyor bunu ben babamla diyor ufaktım. Çifte gittik bu gavur dev geldi beni getirdi, getiren zamanı babam bana dedi ki, oğlum git hiç korkma Mehmet Pehlivan adında bir babayiğit gelecek seni kurtaracak. Ve ben biliyordum ki, o sensin. Evet diyor o benim. Nasıl çıkacağız burdan. Merak etme diyor. Arap ata bir tımar çekiyor, adamakıllı bir güzel ayarlıyor, diyor bu kuyunun içinde bir tur döneceksin. Sonra bir çifte vurdunmu kırat seni çıkarır yüzeye. Tamam diyor. Mehmet çıkıyor peşinden Arap çıkıyor. Bakıyor ki, bunlar (vezirin-vekilin oğulları) iki saat padişahın atını (götürmeye) uğraştılar. Padişahın atı ayağının altıyla kuyunun ağzını belki yarım metreden fazla eşmiş. Tabi at bunu görünce gözlerinden yaş geliyor, bu da atın boynuna sarılıyor. Ya Allah'ın hayvanı ne yapalım bizim de kaderimizde bu varmış.

Efendime söyleyim bu geliyor, Arap diyor ki, bak diyor Mehmet Pehlivan benim köyümün yolu burdan. Ben köyüme gidecem. Tamam diyor git Arap (Sen) Gittikten sonra ben bu atlara nasıl sahip çıkacam ben bu atlara nasıl bakacam, ben bunları nasıl saklıycam lan Arap. Arap diyor heyvah diyor vallah beni bırakmıycak ben gidip babamgili, anamgili göreyim. Hiç diyor her birinin kuyruğundan bir kıl al, mendilinin bir kenarına bağla. Lazım olan zamanı iki kılı birbirine vur, atların ikisi de senin yanında hazırdır.

İyi diyor tamam git. Bu padişahın şehrine yaklaşıyor. Padişahın da atını bırakıyor elinden. Padişah atını görünce üzüntüsü on kat daha artıyor. Bu atları da bırakıyor. Varıyor çobanın yanına. Selamünaleyküm. Aleykümselam çoban kardeş. Çoban kardeş senin hiç kuzun yok mudur? Bana bir kuzu kes. Hayırdır diyor. Bana bir kuzu lazım. Eti de sana diyor. Al sana iki tane de altın vereyim, götür kafasını da valla Bünyamin senin koyunu dağda kurt yedi. İyi bir şey valla.

Kalkıyor Bünyamin'in bir kuzusunu kesiyor. Buna sadece karnını veriyor. Mehmet karnı aldıktan sonra diyor gel çoban elbiselerimizi değişelim. Yav sen benle dalga mı geçiyorsun? Hayır diyor dalga geçmiyorum, elbisemizi değişelim.

Elbiselerini de değiştirdikten sonra, bu kuzunun karnını alıp, su baş aşağı iniyor. İndikten sonra bu karnı adamakıllı yıkıyor, yıkadıktan sonra yuvarlak bir taş geçiriyor, güneş bunu kurutuyor. Kuruduktan sonra bu saçını toplayıp karnı kafasına çekiyor. Oluyor bir Keloğlan.

Şehirde bir iki üç tur geziyor bir iki gün. Bir gün bakıyor padişahın veziri çarşıda geziyor. Ulan Keloğlan. Keloğlan boş musun? Evet boşum. Bizim diyor bostancının çırağı yoktur, bostancıya yardımcı olmaz mısın? Olurum diyor niye olmam ki, Mehmet orda oluyor Keloğlan. Gel Keloğlan, git Keloğlan. Bunlan bostancı başlıyorlar bahçe ekmeye. Kızın binası tabi karşıda bahçeden görünüyor. Bunlar öyle yetiştiriyorlar ki, sebzeyi sebze artık yenecek şekilde.

(Mehmet'in) Gece canı sıkılıyor, kalkıyor iki atın kıllarını birbirine vuruyor. Kır ata biniyor gidiyor bostan içersine. Bahçenin içersine öyle ediyor ki, nece on tane motor bu gece bunu sürmüş.

Atları bıraktıktan sonra kalkıp kendisine uzanıyor. Bunun ağası geliyor. Ulan Keloğlan diyor. Ne var diyor. Valla diyor ağam bir atlı geldi girdi bahçeye beni de dövdü, bahçeyi de bu hale getirdi. Ulan diyor eğer ben burda olsaydım, ben onun kaburgalarını kırardım. Valla ben kıramadım, sen burda olsaydın sen kıraydın.

E bizim bostancının da gözü düşmüş Küçük kıza, Padişahın Küçük kızı balkona çıktığı zamanı bu kulübeye kaçıyor. Kulübede bunun bir hırkası varmış, eski zaman ceketlerinden hemen onu giyiyormuş. Ulan Keloğlan! Buyur ağam, o ağam sen kürke kürk sana öyle yakışıyor ki, acayip. Bak diyor kız da yukardan bakıyor ha. Ağam diyor kız sana sen de kıza çok iyi yakışır.

Bunlar tekrar başlıyorlar bostan ekmeye. Biz bostan deriz siz bahçe dersiniz sebze yetiştirilen yerlere biz bostan deriz. Bostanı tekrar yenecek hale getiriyorlar. Diyor ağam diyor Keloğlan. Ne var diyor. Ağam diyor bana izin ver ben gideyim bir tıraş falan olayım, bir banyo falan yapmamışım. Tamam oğlum git diyor. Bu gece ben burdayım.

Bu gidiyor güneş battıktan sonra kafasına takılıyor, bu ata biniyor. Kırat diyor o sefer sana binmiştim, bu sefer de doru ata bineceğim. Doru ata biniyor. Şehirin alt başından vurup bahçeye giriyor. İki baş gidip geldikten sonra bostancı elinde küreği çıkıyor. Heyt lan diyor ben seni öldürürüm. Yazığı geliyor. Attan iniyor, yere yıkıyor bostancıyı diziyle vurunca tam dört kaburgasını kırıyor. Tekrar o hale getiriyor ki, nece on motor sürmüş. Sabahleyin geliyor ağam ağam noldu. Ulan it oğlu it diyor sen dedin bir atlı, sen demedin bir Azrail. Vurdu benim dört kaburgamı kırdı. Eyi diyor. Ayağından tutuyor çeke çeke bunu evine atıyor.

Geliyor tabi. Uzatmayalım fazla. Bu iyileştikten sonra Keloğlan da geliyor. Bunlar tekrar başlıyor bostanı eski hale getirmeye, bir gün bu yıkanırken kız pencereden bunu görüyor. Görür görmez tanıyor Mehmet Beyi. Küçük kız. Neyse bunlar öyle yetiştiriyorlar ki, tam yiyilecek zamanı tabi... bostancı diyor ki, bak diyor önce padişaha götüreceksin sonra hanımına, sonra büyük kıza, sonra onun küçüğüne, en küçük kıza götürdüğün zaman da benim selamımı söyleyesin. Tabi diyor. Alıp gidiyor padişaha tabi yetiştirdikleri meyveler tabi nelerse. Padişah bir iki tane alıyor. Elinize sağlık oğlum iki altın. Hanımına götürüyor. Hanım elinize sağlık üç altın. Kızlara götürüyor her biri ikişer altın atıyor. Sıra Küçük kıza geliyor. Keloğlan diyor içeri gir. Ben diyor giremem. İçeri gireceksin diyor, ikna ediyor. İkna edip içeri girince arkadan kapıyı kitliyor. Kitledikten sonra sırtını kapıya dayıyor. Diyor sen Mehmet Pehlivansın. Diyor hayır ben Mehmet değilim. Evet diyor seni ben yıkanırken gördüm. Hiç kendini sağa sola..

Evet benim diyor. Yalınız kimseye söyleme, onlan kız iki üç saat odada kaldıktan sonra diyor bizim bostancının da sana gözü düşmüş onun da sana selamı var diyor. Boş ver onu diyor. Ya diyor kalbini kırma yaşlı adam.

Ufak biz Ahlatlı dilince biz şey deriz. Neyse ufak altın küpe ne derdik? Gındık mı. Gındık deriz, bi gındık altın veriyor. Bu altını verip geliyor. Yani diyor ağam bu kızın sende ne kadar gözü var. Kızın sana çok selamı var, bu kadar da altın verdi. Neyse iki sana bir bana. Üç sana beş bana altınların kendi aralarında böldükten sonra...

Neyse aradan zaman geçtikten sonra bostancı diyor ki, Keloğlan diyor. Diyor ne var? Bak diyor benim büyük bacanağımın düğünüdür. Bana da davetiye kartı gelmiş gitmesem ayıp olur. Tamam diyor ağam diyor git. Allah hayırlı etsin. Bostancı gittikten sonra bu da kalkıp elbisesini değiştiriyor, yaklaşık bu evin yarısı kadar kaya vardı. Kayayı kaldırıyor, eski elbiselerini altına bırakıyor ki, tilki filan götürüp yemesin. Bunun foyası meydana çıkmasın.

Şehrin alt başından vurup çıkıyor, eskiden cirit oynarlarmış, cirit alanları varmış. E dünya duymuş, vezirin vekilin oğlu yedi başlı devi öldürmüş, kimse korkularından bunların karşılarına çıkıp cirit oynayamaz.

Tabi vezirin oğlu nara atıyor. Ulan hött var mı bana yan bakan. Yeddi başlı devi öldürmüştüm. O diyor ben varım, Mehmet Pehlivan diyor ben varım. Burdan Mehmet Bey öne düşecek o noktadan ordan da vezirin oğlu düşecek. E Mehmet Bey burdan öne düşüyor, daha vezirin oğlu cirit alanının ortaya gelmeden kırat çıkıyor başa. Ordan dönüyor bu sefer vezirin oğlu düşüyor önüne. Tam ortaya geliyor ortada yakalıyor. Yazığı geliyor yine kıyamıyor kılıncın arkasıyla ensesinden bir tane vurunca vezirin oğlu düşüyor bacağı kırılıyor. Aman tutun bunu vezirin oğlunun bacağını kırdı. E kim tutacak Mehmet beyi. Altında kır at. Dolanıp geliyor yine yerine. Akşam oluyor. İşte tabi bostancı başı geliyor, morali bayağı bozuk ağam diyor Allah hayırlı etsin düğününüz nasıl geçti. Nasıl geçti ulan. Senin gibi bir it oğlu it geldi vurdu benim bacanağımın ayağını kırdı. E geçmişler olsun. Padişah diyor ki, o madem büyüğünün bacağı kırılmış, ortancasının düğününü yapsınlar.

Bu yine kısa keselim düğüne alt baştan geliyor, giriyor. Bakıyor yine vekilin oğlu nara atıyor. Her taraf duymuş bunlar yeddi başlı devi öldürmüşler. Bunların elinden kimse kurtulamaz. Diyor ben varım. Yine yarışıyorlar buna kıyamıyor artık. Yanına yaklaşıyor ona bir tokat atıyor. Tokat atınca bu attan düşüyor kolu kırılıyor. Aman tutun bunu kolu kırıldı.

Bu da geliyor neyse uzatmıyalım fazla. Vezirin oğlu da düğünü yapıp götürüyor. Padişah Mehmet Bey'in üzüntüsünden artık yataklara düşme durumu geliyor. Karı diyor küçük kızıma söyle o dünyada kimi isterse ben onu ona verecem.

Kız(a) gidiyor. Kızım diyor annesi, valla baban diyor ki, benim küçük kızım dünyada kimi isterse ben kızımı ona verecem. Çünkü ben Mehmet Bey'e kalbimde vermiştim. O da gitti dev bunu böyle öldürdü, bu hale geldi. Onun üzüntüsünden bu hale düşmüşüm. Ben küçük kızımın kalbimi kırmayacam. Benim küçük kızım dünyada kimi isterse ben onu ona verecem. Anne diyor. Anne(si) diyor ne var? Anne diyor ben ölürüm kalırım bizim Keloğlan'dan başkasını almam. Kızım aman baban duymasın. Valla babam beni assa da kesse de Keloğlan'dan başkasını almam.

E akşam oluyor, padişah soruyor karı, sen küçük kıza sordun mu ? Yok valla herif unuttum. Hani korkusundan diyemiyor valla senin kızın Keloğlan'ı istiyor. E bir padişah kızı kalkacak bir Keloğlan'ı alacak. Kadın on sefer gidiyor, on sefer de aynı cevap. Anne Keloğlan'dan başkasını almam, babama söyle, söyle, söyle. Artık kadına tak diyor. Karı sordun mu diyor padişah. Evet diyor ben sordum. Kızım ne dedi? Dedi ki, ben ölürüm kalırım Keloğlandan başka kimseyi almam. Diyor madem öyleyse gitsin Keloğlan'ı alsın, yalınız benim şehrimi terk etsin, gözüm onu da görmesin. E ne de olsa anne yüreği, bunlara kalkıyor kaz damını veriyor. Kız sarayından inip geliyor. Bostancı başıyla Keloğlan yan yana duruyorlar. Tabi kız geliyor Keloğlan'ın koluna girince tabi bostancı başı bir tuhaf oluyor. Hişt hişt diyor sen yanlış gittin ben burdayım. Hadi köpek senin yüzüne kim bakacak diyor. Bunlara kaz damını veriyorlar, elleriyle ayaklarıyla tabi ne de olsa anneleri bunlara ufak kilimlerden, kap kaşık veriyor, bunlar kaz damında idare ediyorlar. Aradan zaman geçiyor. Tabi o zamanlar hekim varmış, doktor falan yokmuş lokman varmış. Lokman hekim doktoru getiriyorlar padişaha. Bunun tek çaresi diyorlar aslan eti, aslan sütü. Başka çaresi yok. E tabi damatlarına güveniyor. Damatlar diyor e tabi biz koskoca yedi başlı devi öldürdük, aslan eti, aslan sütünden kolay ne var. Biz bunu yarın değil öbür gün alır geliriz. E tabi.

Bunlar kalkıyorlar beş yüz tane atlı şehri terk ediyorlar, gidiyorlar. Aradan beş on gün geçtikten sonra, Mehmet diyor ki, karı diyor git babana söyle bir at versin ben de gideyim. Tabi bizim buralar tahta kapı. Kapılar böyle ses çıkarır bazı zaman pası tuttuğu zaman car cur ses çıkarır. Bu (kız) kapıyı açıp örtünce diyor ki, padişah bu kimdir diyor kapıyı açan? Karı diyor ki, valla bu senin küçük kızındır. Yav diyor benim gözüme görünmesin. Yav diyor sen o kadar yamansın bugün yarın öleceksin sen niye bunun kalbini kırıyorsun. Ne diyor peki? Valla diyor Keloğlan demiş ki, bir at versinler ben de gidem. Diyor gidin ahırda en zayıf at hangisiyse onu versinler. Buna ahırın en zayıf atını veriyorlar. Keloğlan ata ters biniyor, kuyruğundan tutuyor sanki de mahallede yaramaz çocuk. Bunu taşa veriyorlar. Şehirden taşlıya taşlıya bunu çıkarıyorlar. Çıkarıyorlar bakıyor ki, çayırın yanında bir yonca var bir metre kalkmış. Ey diyor benim gariban atım sen burda karnını doyur ben dönene kadar. Bu kanını üst baş kıyafetini çıkarıp bir taşın altına bırakıyor. İki atın kılını birbirine vuruyor. Kır atla doru at bunların yanında hazır oluyor. Bunların on beş günde gittiği yolu bu on beş dakikada alıyor. Bunlar geçiyor bir pınarın başında oturuyor. Abdestini alıp namazını kılıyor. Ekmeğini yerken bakıyor yanında aksakallı biri. Selamünaleyküm. Donup bakıyor yaşlı bir adam. Aleykümesselam amca diyor. Evladım diyor hayırdır. Valla diyor amca hayırdır. Benim diyor kayınbabam hastalanmış lokman hekimler bunun hastalığının ilacını aslan eti, aslan sütü söylemişler. Ben de onu aramaya gelmişim. İyi oğlum diyor bu dağın arkasına git orda bir çınar ağacı var. Yalnız çok kaba çınar ağacı ortası boş. Bu altı senedir bir aslanın ayağına odun batmış, eğer sana verse verse o aslan verir. Başka hiç kimse sana veremez. Yalnız sen duran zamanı ağacın içi boş ağacın içine gir. Eğer ağacın içinden çıkarsansa o sen seni parçalar. Tamam diyor amca ortadan kayboluyor. Eyvah diyor bu Hızır Aleyhisselam'dır. Nasıl ben geleceğimi, gideceğimi buna sorsaydım, öğrenseydim. E bunun altında kıratı var. Kır atnan üç dakkada varıyor pınarın başından bakıyor bir çınar ağacı yaşlı bir çınar ağacı. On kişi şöyle elini getirse ağacın etrafına yetişemez. Hakkatenki içi de boş. Boş kovuğun içinde giriyor orda bekliyor. Bekliyor, bekliyor bakıyor şöyle bir ses geldi. Böyle ağaçlar titremeye yer gök titremeye başladı. Aslan geldi, suyunu içti, ayağı olmuş kütük gibi, ayağını şöyle uzattı, iniltisinden dağ taş ses çıkartıyor. Yay okunu aldı eline ya Allah dedi nişan aldı nasıl attıysa odunun bu baştan vurdu, bu baştan söküp attı. Atınca aslanın nağrası göklere çıktı, bağırdı, çağırdı bir şey yok. Ondan sonra geldi çeşmenin başında tabi o pislik aktıktan sonra bayağı rahatladı. İnse cinse çıksın diyor, ben bu dünyasını verecem, ahretine karışmıyacam. O zaman Mehmet Pehlivan çıkıyor. Mehmet Pehlivan çıkıyor valla diyor bendim. Ne istiyorsun? Valla diyor ben aslan eti, aslan sütü istiyorum. Valla diyor ben yedi yıldır ayağıma bu odun batmıştı, keşke on dört yıl daha böyle kalsaydı sen benden bunu istemeseydin. Evlat acısı çok zordur. Yalnız ben sana söz vermiştim. Süt boyu aşağı in üçüncü mağarada benim iki tane yavrum var. Götür birini yedi dağın arkasında kes. Eğer onun sesi benim kulağıma gelirse ben seni parçalarım.

E kırat diyor sen yoruldun bu sefer doru ata bineyim. Mağaraya iniyor aslanı alıyor, yedi dağ demiştir bu yetmiş dağ aşırıyor. Orda aslanın yavrusunu güzel adamakıllı kesiyor, bizde hayvanın postuna tuluk deriz. Cacık bırakmak için peynir bırakmak için. Bunda aslanı güzel adamakıllı kestikten sonra alıp geliyor. Geliyor aslanı güzel adamakıllı sağıyor, sütünü dolduruyor, bu aslan etini aslan sütünü alıp geliyor. Bakıyor ki, o bacanakları aynen öyle çadırlara kurulmuş keyiflerinde, zevklerinde sefalarında. Selamünaleyküm geliyor Bünyamin gibi bir çobanın yanına. Aleykümesselam diyor kardeş diyor sende heç satılık keçi yok mu? (Çoban) Var diyor. Bir keçi alıyor, diyor topla keçileri bunun da içine keçilerin sütünü sağacaksın. Adamakıllı keçilerin sütünü sağdırıyor, onu da bir dereye bırakıyor atına biniyor, bunların yanına geliyor. Bacanakların yanına. Selamaleyküm. Aleykümesselam. Yav hemşerim ben avcıyım ben gece gündüz bu dağlarda gezerim. Bu on beş yirmi gündür siz buralarda konaklıyorsunuz. Sizin bir derdiniz mi var? Valla bizim bir kayınpederimiz var. Ona aslan, eti aslan sütü lazımmış, biz onun peşine gelmişiz. Yav ondan kolay ne var diyor. Ben avcıyım bende aslan eti de var, aslan sütü de var. Yav yok ya. Vala. Gel gidek o zaman. Gel gidek pazarlığımızı yapalım. Geliyorlar işte keçi etini keçi sütünü bunlara aslan eti, aslan sütü diye gösteriyor. Diyorlar bunun fiyatı? Ben bunu parayla satmam. Valla diyor her birinizin kıçına şu parmağımdaki yüzükle bir tane basarım size öyle veririm. Yav olur mu? Olmaz mı ? Yav diyor dağ başı kim bizi görecek. Olur.

Ateş yakıyorlar. Bu yüzüğünü bırakıyor ateşin içerisine. Yüzük kıpkırmızı oluyor böyle elma gibi. Bu yüzüğü tutuyor, önce vezirin oğluna kıçına bir damga basıyor. E tabi bu teprenin can acısı. Vekilin oğlu soruyor. Yav diyor noldu? Valla diyor önceleri biraz acıtıyor da sonraları insan bilmiyor. Diğerine aynısını damgasını bastıktan sonra bunlara keçi etini, sütünü veriyor. Bunlar geri toplanın ulan. Biz gittik aslanı vurduk, aslan etini aslan sütünü getirdik. Eyi baba güzel. Toplanıyor tabi padişaha haber gidiyor. Padişahım sağ olsun senin damatların geldi, aslan eti, aslan sütü getirdi. E padişahın biraz gözü görüyordu. Biraz da amel, ishal idi. İshali az idi. Bunlar keçi etini, keçi sütünü verince bu temelli gitti. Bizim Keloğlan geldi baktı atı yemiş böyle balık gibi olmuş. Atına bindi geldi baktı böyle Bünyamin'in annesi böyle çömlek-bizde eskiden böyle çömlek olurdu - çömleği kapının önüne dizmiş. Attan indi. Bir çömleği sinesine çekti, bir çömleği aldı atına bindi geldi kapıya. Karı karı! Tam kapıya çıkacak sırada karı çömleği attan saldı kırdı.

Yav herif dedi Allah senin belanı versin. Sen niye onu saldın kırdın. Niye ben senin babanın kölesiyim. Bir saattir ben seni çağırıyorum. Zamanında gelseydin ben de düşürüp kırmasaydım. Diyor babanın durumu nasıl? Diyor valla babamın durumu çok ağır. E al diyor bu sütnen bu etten bişir götür, biraz baban yesin. Bişiriyor götürüyor. Tabi kapı açıyor. Kapı car-cur. Padişahın gözleri de görmüyor. Hanım o kim? Diyor senin küçük kızındır. Ne diyor. Valla diyor ki, damatların aslanı vuran zamanı Keloğlan da oradaymış, biz baş ayak deriz, baş ayaklarını da Keloğlan getirmiş. Kızın pişirmiş biraz sana getirmiş. Yemem. Yav diyor nasıl olsa öleceksin küçük kızın kalbini kırma. Bu aslan etini aslan sütünü, yiyince bunun biraz gözleri görüyor, bunun ishali biraz duruyor. Kızım diyor başka yok mu? Valla babam bilmem, ben kendi payımı sana getirdim, eğer Keloğlan da kendi payını, hissesini yememişse belki o da duruyor. Geliyor Keloğlan diyor. Ne var? Valla babam diyor istiyor. Eyi diyor götür. Kalkıp götürüp veriyor. Padişah tereyağından kıl çeker gibi sağlam olup kalkıyor. Kalkıyor.

Aradan zaman geçiyor tabi, bu padişah mesela Otluyazı'nın padişahı her yıl Ahlat padişahına kırk yıldan kırk yıla haraç veriyormuş kırk yılın haracını. Ahlat'ın padişahının adamları gelmiş haraçlarını götürmeye. E vezirin vekilin oğlunun namını duymuşlar. E tabi yedi başlı devi öldürmek öyle kolay bir şey değil. Yav biz demek yedi başlı devi öldürelim, bir de biz bunlara haraç mı verelim. Valla ben bunlara haraç vermezik. Eyi vermezlerse diyor o zaman savaşımız savaştır.

Keloğlan da savaşa gidiyor tabi. Keloğlan yalnız yüksek bir tepe var. Tepenin üstüne çıkıp oturuyor. Hangi taraf hangi tarafa zorluk ederse ben o tarafa yardım ederim. Bir bakıyor ki, kaynatasıgilin tarafını rehin alacaklar. Bu atıyla alttan iniyor. Sağdan giriyor, soldan çıkıyor. Soldan giriyor, sağdan çıkıyor. Tabi o gün zaferi vezirin vekilin oğlu kazanıyor. Devrisi günü padişahın kendisi de gidiyor. Bizim Keloğlan gene çıkıyor aynısı yerine. Valla diyor hangi taraf hangi tarafa zorluk ederse ben o tarafa yardım ederim. Bakıyor ki, neredeyse kaynatasını rehin alacaklar, karış taraf. Bu atından iniyor, sağdan giriyor, soldan giriyor sağdan çıkıyor. Padişahın gözüne takılıyor, padişah bunu takip ediyor. O anda bu bir kılınç yarası alıyor kolundan. Padişah kendi altın mendilini çıkartıp Keloğlan'ın bileğine bağlıyor.

Savaş bittikten sonra onlar çekip öyle gidiyorlar. Bunlar tabi zafer kazanıyor. Bunlar çekip bu tarafa geliyorlar. Padişah ilan ediyor. Diyor benim altın mendilim kaybolmuş. Bulanın diyor mükafatını dünyada ne isterse verecem. Eve geliyor. Al karı diyor bu da senin babanın mendilidir. Tabi birkaç gün sonra kız diyor Keloğlan ben... -işte biz akan sulara çay deriz- ben suyun başına gidecem diyor senin eskilerini yıkamaya diyor. Yıka diyor yalnız babanın mendilini kaybedersen ben seni öldürürüm. Tamam diyor. E ne de olsa baba. Padişah kızı önce babasının kanlı mendilini güzel adamakıllı yıkadıktan sonra bir ağacın dalına atıyor, diğer çamaşırları yıkamaya dalıyor. Bunun iki kardeşleri de gelmişler aşağıda çamaşır yıkıyorlar. Yav diyor iki kız kardeş biz bu kadar biz bu kadar kocamızın kaynatamızın... bu Keloğlan'nı neyini yıkıyor. Hele bir varıp bakalım. Bunlar kardeşlerine doğru varınca tabi kardeşleri kafasını eğmiş önüne Keloğlan'ın eski elbiselerini yıkamaya dalmış. Büyüğün küçük kız kardeşi görüyor ki, babasının mendili yıkanmış, ağaca asılmış. Abla abla bak diyor, bizim küçük kızkardeşimiz babamızın mendilini çalmış, Keloğlan'a vermiş. Bu sine sine gidiyor mendili alıyor, dönüyor. Daha kardeşlerine uğramıyorlar. E küçük kız çamaşır yıkadıktan sonra kafasını kaldırıyor, mendil yok. E mendil yok sağa koşuyor mendil yok, sola koşuyor mendil yok. E rüzgar gelmedi bu mendili götürsün. Var yok diyor bunu kardeşlerim götürdü. Kardeşlerinin yanına gidiyor. Diyor siz mendil getirdiniz. Getirdiniz. Getirmedik. Bu koşuyor eve başlıyor ağlamaya. Tabi keloğlan geliyor. Ne oldu karı diyor? Valla diyor babanın mendilini kardeşlerim çaldı. Boş ver diyor çaldılarsa çaldılar bir mendil değil mi? Kız bu mendili kocasına veriyor. Kocasıysa babası olan vezire veriyor. Vezir bunu alıyor. Akşamleyin padişahın huzurundan otururken padişahım sağ olsun diyor. Senden müjdemi isterim. Hayırdır vezir diyor. Senin kaybolan mendilin bulundu. Öyle deyince padişah diz üstünde oturdu. Aman nerde bulundu? Valla diyor senin küçük kız çalmış. Keloğlan'a vermiş. Aman diyor Keloğlan'ı bana yetiştirin. Gidiyor seni padişah çağırıyor. Keloğlan ben gelmem diyor. Ulan on kişi gidin alın gelin. Gidiyorlar Keloğlan'ı yerinden kaldıramıyorlar. Kaldıramadıktan sonra padişahın kendisi gidiyor bunu çağırıyor. Getiriyor yan tarafından oturtuyor, Keloğlan diyor beni iyi dinle. Ya sen savaştaki halinle geleceksin yahut da ben senin kafanı uçurucam. E diyor efendim o kolay. Yalnız diyor içerden dışarı çıkılmayacak. Dışardan içeriye gelmek serbesttir. Bu sözü bana veriyor musun? Evet diyor veriyorum. Eyi o zaman beni bacaknaklarımla tanıştır. Belki biri yarın çarşıda bacanaklarımı döver ben onlara yardım ederim. Yahut biri beni döver onlar bana yardım eder. E vezirin vekilin oğlu, haydi len Keloğlan sen kimsin biz kimiz. Biz nerde sana yardım edeceğiz der. E peki der. Vezirin vekilin oğlu Keloğlan tabi ki bunları soruyor. Vezirin vekilin oğlu diyor yedi başlı devi kim öldürdü. Hadi len Keloğlan diyor yedi başlı devi biz öldürdük. Peki diyor devin kulaklarının görende biriniz sağa biriniz sola kaçan kimdi, ben miydim. Hadi len yalan. E peki diyor senin kolunu kıran kimdi. E senin bacağını kıran kimdi. Hadi diyor Keloğlan sende iş yok. Efendim peki onlar yalan. Onlar yalan diyor peki diyor size aslan etini aslan sütünü kim sattı. Diyor biz aslanı kendimiz vurduk. Aslanın sütünü kendimiz aldık geldik. Padişahım sağ olsun diyor. Benim şu parmağımdaki yüzükten her birinin kıçında bir mühür bir iz yoksa benim tüm söylediklerim yalandır ve ben Keloğlan'ım. Eyi diyor o zaman bakayım. Vezirin oğlu, e babası oturmuş, cemaat oturmuş bu soyunacak. Başlıyor kemerini açmaya. E padişahım diyor sen bana müsaade et ben bunu soyundurmasını bilirim. Tabi diyor Keloğlan. Keloğlan hemen kafasını bacağının arasına alıyor, vezirin oğlunu atıyor dışarıya doğru. Padişah yüzüğü bırakıyor evet aynı damga. Aynısını vezirin oğluna da basıyor.

Ey diyor Sinan uzatma hikayeyi, kopartma kıyameti, bu kadar cemaate verme zahmeti. Efendime söyleyim padişah diyor acele benim kızımı sarayına çıkartsınlar. Efendim padişahın kızını saraya çıkartıyorlar. Tabi o esnada biz de ben aslında yemek çok severim. Biz de gittik kırk gün kırk gece düğün yaptı padişah Keloğlan'a.

Aradan zaman geçti. Bir gün oturup düşündü Mehmet Pehlivan. Karı dedi ben de padişah oğluyum. Ben dedi babamın kardeşlerimin peşine gideceğim. Kız bunu babasına anlatınca babası daha da memnun oldu. Ne de olsa kızını bir padişah oğluna vermiş. Bir türlü ne yaptıysa Mehmet Pehlivan'ı ikna edemedi. Mehmet Pehlivan giderken karısı hamile. Karısı hamile. Cebinden bir hamaylı mezbent- biz mezbent deriz- ondan çıkartıp ailesine veriyor. Bak diyor bunu al eğer senin karnındaki kız çocuğuysa bunu satar yetmiş yedi sülalene yeter, şayet oğlan olursa bunu sağ koluna tak, benim peşime gönder. Alasmaladık der, Mehmet Pehlivan yol alır, çeker gider. Mehmet Pehlivan gitmekte olsun biz haberi kadından verelim. Kadının dokuz ay, dokuz gün, dokuz dakika, dokuz saniye tamam oluyor diz çöküyor yere nur topu dibi bir oğlan evladı doğuyor. E oğlan evladı, hikayeye göre çabuk büyür. Beş yaşında, altı yaşında, yedi yaşında. İsmini Hüseyin bırakıyorlar. Hüseyin okula gidip, okuldan eve, okula, okuldan eve. Bir gün okuldan gelirken -bizim doğuda aşık oynarlar koyunun oynak kemiğinde olur. Bir ona aşık deriz-. Onu bir çizgi çizerler. Atan çizgiden dışarı çıkaran alır. Çocuk oyunu.

Çocuklar oynuyor, bu da geliyor çocukların yanına seyirci oluyor. Bakıyor ki bir tanesi elinde ağaç. Çizgiye düşen aşık ağaç elinde olan sahibindir. Bu çocuk bakıyor ki, çizgiden aşan aşık benim, çizgiye düşen aşık benim, çocuklara hakaret ediyor. Ulan çizgiye düşen aşık senin, çizgiden çıkan aşık niye senin. Niye bunu yapıyorsun? Hüseyin tabi bunu diyor. Yaparım olun sana ne derken, Hüseyin buna bir tokat geçiriyor. Bunun ağzı burnu kan içinde kalıyor. Tabi bunun annesi çok yaman. Annesi hemen dışarı çıkıyor, vah diyor babası belirsiz piç sen nerden geldin, senin soyun sopun belli değil. İt oğlu it vurdun benim oğlumun ağzını burnunu kan doldurdun. Hiç cevap vermez eve döner. Anne! Efendim oğlum. Anne diyor ben senin memeni çok özledim bir emeyim. Oğlum sen babayiğit oldun. Yok anne diyor canım çok istedi. Ne yapar annesi bundan kendisini kurtaramaz. Kurtaramayınca memesini çıkarıyor, oğlunun ağzına veriyor. Oğlu memeyi alıyor sıkıyor. Anne diyor benim babam kim? Hani kadın ona piç dedi ya. Ordan kafaya takıldı. Oğlum diyor senin baban padişah. Peki benim babam padişah insan kocasına baba der mi? Ben de baba diyorum sen de baba diyorsun. O senin babansa benim babam kim. O benim babamsa senin baban kim. Ya söyleyeceksin ya ben senin memeni koparacağım. Oğlum yapma etme. Yookk, yookk, illahim sen bunu bana söyleyeceksin. Kadın tabi can acısı, bir türlü bunu ikna edemeyince valla oğlum diyor ben sana durumu anlatacam. Hal böyle. Senin baban böyle böyle biri gitti. Eyi anne diyor babam gittiyse ben babamın peşine takılacam. Ben babamı aramaya gidecem. E kadın babasına haber veriyor. Padişah bir hafta alıp karşısına çocuğu bir türlü ikna edemiyor. Çocuk diyor anne ben bu kafayı babamın uğruna bıraktım. Ben babamın peşine gidecem. E tabi ne de olsa anne. Anne yüreği ağlıyor sızlıyor, bakıyor çocuk gerçekten yola düşmüş gidiyor gel oğlum diyor sana bir sözüm var. Mezbenti evden getiriyor çocuğun sağ koluna takıyor. Git oğlum diyor Allah işini gücünü rast getirsin. Efendim çocuk tabi nazik çocuk. Sağdan soldan derken bir gün şehre varıyor. Bir şehirde karnı acıkınca fırının kapısında bekliyor. Bakıyor ki, sabahdan bu gelmiş akşama kadar burda duruyor. Fırıncı kapısını kitleyip evine giderken oğlum sen necisin?. Efendim diyor benim Allah'tan başka kimsem yok diyor. Açtım burda geldim senin fırının önünde bekledim, acımdan duruyorum. Eyi diyor, benim de hiç evladım yok, bana evlat olmaz mısın? Olurum der. Hüseyin'i alıp eve getiriyor. Bunu kendisine evlatlık yapıyor. Sabahleyin beraber gidiyorlar, fırın işletiyorlar, akşam gelip eve yatıyorlar.

O şehirde bir Ermeni yaşıyormuş. Ermeni çok zengin. Eskiden remil atardılar. Tahmin ederdiler. Bu Ermeni, padişahın kızını istiyor ama padişah kızını bir türlü ona vermiyor. Bu remil atıyor. Bakıyor ki, fırıncının oğlu Hüseyin'in kaderine yazılmış, kız gece rüyasında Hüseyin'i görmüş. Bu Ermeni padişahın kızını istiyor ama padişah kızını bir türlü buna vermiyor. Bu remil atıyor bakıyor ki, fırıncının oğlu Hüseyin'in kaderine yazılmış. Kız gece rüyasında Hüseyin'i görmüş.

Ermeni hemen - tabi memleket usulü biz onu cuhut deriz Ermeni'ye - şimdi neyse cuhut hemen varıyor fırına. Ulan fırıncı diyor ben bu kadar zengin variyet sahibiyim. Benim hesaplarım kabarık bayağı, sen şu gencin ver de ben götüreyim. Benim hesaplarımı birkaç güne kadar düzeltsin. Al sana on tane altın. E fırıncı hayatında on altınmı görmüş. Olsun diyor benim başım gözüm üstüne veriyor Hüseyin'i bu Ermeni'ye. Ermeni bunu alıyor direkmen padişahın sarayına. Buyur cuhut diyor. Padişahım sağ olsun diyor ben Allah'ın emriyle senin kızın oğluma istemeye geldim. E padişah bi cuhuta bakıyor, bir oğlana bakıyor hiç birbirine benzemiyor. Cuhut diyor bu çocuk senin mi? Evet efendim benim. Diyor oğlum sen onun oğlu musun? Çocuk diyor “sâkin”. Yani Arapça'da yok demek. (Cuhut) Efendim sağ olsun diyor o kadar Arapcası ilerlemiş ki evet, ben cuhut'un oğluyum diyor. (Padişah) Eyi diyor eğer (kız) görüp beğenirse veririm. Çocuk kızın penceresi altından geçiyor. Kız eğilip bakıyor dün gece rüyasında gördüğü aynı genç. Evet diyor babama söyleyin beni versin. Nişan takıyorlar. Nişan taktıktan sonra işte ben haftaya Cumartesi, Pazar düğünümü yapacam, götürecem gelinimi. Olsun diyor. Haftaya Cumartesi Pazar geliyor bu tabi düğün halayını kuruyor. Düğün halayını kurduktan sonra Hüseyin diyor en iyisi gidin ben bir tıraş olayım. Bu berberde oturup tıraş olurken bir tarafı tıraş edilmiş bir tarafı tıraş edilmemişti cuhut berberden içeri girdi. Kalk ulan it oğlu it dedi. Ben kızı sana(mı) getirdim. Ben kızı kendime getirdim. Berber dedi kardeşim bir dakka sakin ol. Tıraş edeyim gene sen gel otur. Hüseyin'i tıraş ettikten sonra Hüseyin kızın yanına koşuyor tabi. Biz de baştan unuttuk söylemeyi kızın adı Şehriban. (Hüseyin) Şehriban diyor. Ne var diyor? Cuhut diyor seni kendisine getirmiş bana getirmemiş. E ne yapalım? Valla işte diyor başının çaresine bak, bunun şimdi adam öldürme yahut adam zindana atma bir yerleri falan var bu gavurun. Bu gavur boş durmaz. Belki o zaman biz kurtuluruz.

Cuhut geliyor. Tabi bu kapının arkasına gizlenmiş Hüseyin. İçeri giriyor ya ben yandım, canım öldüm. Yav cuhut diyor ne acele ediyorsun kız diyor. Nasıl olsa ben ömür boyu seninim artık. Hele sen önce evini sarayının bana bir gezdir ne var ne yok ben de bileyim. İşte gezdiriyor. Bu odada altın eritiyoruz, burda gümüş yapıyoruz, burda bakır yapıyoruz. Burda işte ambardır falan. Bir yere geliyorlar burda da diyor adam öldürme yeri. Nasıl adam öldürme yeri diyor? Diyor burası mengene. Giriyor. Kız diyor dur hele ben bir içeri gireyim sen beni bir sık bakayım nasıl oluyor. Bu giriyor, bu kolu çeviriyor, bunun kolları kaburgaları birbirine giriyor. Bakıyor kız vücudu incinmeye başladı. Tamam diyor cuhut bir dakka dur. Peki sen evde olmadığın bir gün ben de cariyemin birisine kızdım -eskiden cariye derlerdi yani hademe görevini yapanlara -ben cariyemin birine kızdım getirip burda öldürcem. Hele nasıl öldürecem sen gir bu mengenenin içine ben seni sıkayım, mıkayım. Bakayım ben becerebiliyor muyum, beceremiyor muyum. Tabi cuhut bunun içine giriyor, kız başlıyor kolu çevirmeye. Cuhut yandım, o çeviriyor. Öldüm, çeviriyor. E kızın gözü kör olsun Hüseyin'i çağırmıyor. Kadın gücü ne olacak. Var gücüyle çevirdikten sonra bırakıyor. Hüseyin'le beraber koşuyorlar. Koş babam koş. Ha şurda ha burda, tabi cuhut başlıyor çırpınmaya. Çırpına çırpına o esnada kurtuluyor. Kurtulduktan sonra efendim cuhut çırpına çırpına bu mezarlıktan çıkıyor. Çıktığı gibi bunların peşine veriyor. Bunlarsa gemiye binmek üzere. Biniyorlar. Gemi iskeleden tam ayrılırken cuhut hemen hemen göbeğe kadar suya vuruyor, gemiye atlıyor. Gemiye atladıktan sonra başlıyor bunları aramaya. Arıyor arıyor misal olarak dokuz numaralı kamarada oturuyorlar. Bu geminin kaptanını görüyor. Kaptan diyor. Ne var? Diyor bak oğlum sana bir teneke altın veririm. Bu dört numaralı kamaradaki adamı öldür, sana ben bir teneke altın vereyim. Ben nasıl öldüreyim. Ne var diyor? Sen bunu çağıracaksın diyeceksin bizim gemi haritayla yol gidiyor. Bunu güverteye çıkaracaksın sandalyede oturacak, eline harita vereceksin. Haritaya baktıktan sonra sen buna bir tekme yallah denize. E o da imansızın biri. Olur diyor. Tabi güverteye sandalye bırakıyorlar. Bu (katan) geliyor Hüseyin'in kapısını çalıyor. Kim o? Ben diyor geminin kaptanı. Kapıyı açıyor. Hayırdır diyor? Valla hemşerim bizim gemi haritayla yol gidiyor. Yav diyor ben ne anlarım haritadan. Anlarsın anlarsın diyor gel. Güverteye çıkacaksın. Güverteye çıkıyorlar. Hüseyin güvertede sandalyede oturuyor, eline haritayı alıyor. E haritadan ne anlar Hüseyin. Haritaya bakarken haritaya dalıyor. Kaptan buna bir tekme bu sandalyeyle beraber denize. Pencereden bunu Şehriban görüyor. İstiyor Şehriban kendisini de denize ata. Arkadan cuhut bunu yakalıyor. Aman diyor sen nereye. İşte bu denizde artık başlıyor dalgalarla uğraşmaya.

Biz haberi şimdi Şehriban'dan verelim. Gemi karaya çıktıktan sonra diyor burda bana bir saray yaptıracaksın, merdiveni olmayacak asansörlü. Sen diyor yeterki emret. Ona saray yapıyor. Biz haberi Hüseyin'den verelim. Hüseyin dalgalarla boğuşa boğuşa kıyıya çıkıyor. Üstünde elbise namına bir şey kalmıyor. Tabi çobanlar bakıyor denizden bir canavar çıktı. Köpeklerine hoy hoy kış kış kış. Köpekler dalıyor, bunlar başlıyor üç dört çoban Hüseyin'i dövmeye. Hüseyin diyor yav kardeşim Allah'tan korkun. Siz niye beni dövüyorsunuz. Ben de sizin gibi bir insanım. Hakkatten ki bakıyorlar ki insan. Neyse köpekleri kovaladıktan sonra, acıyor biri ceketini veriyor, biri gömleğini veriyor, biri pantolonunu veriyor. E diyorlar Müderif senin duajon yok. (çobanın yardımcısına bizde duajo derler.) Senin duajon yok. Sana aylığına bir gıdaya sana duajo olsun. Olsun diyor. Olsun diyor.

Hüseyin bunun yanında çoban yardımcısı, duajo olarak -biz kendi memleket lisanımızı gene kullanalım -duajo olarak kalıyor. Tabi bunun ayı tamam olduktan sonra, ayı tamam olduktan sonra bir gıda alıyor baş çobandan. Diyor ben götüreyim şunu çerçide satayım bir tıraş filan olayım. Kendime bir çeki düzen verip geleyim. Alıp götürüyor kasaba, bir mecidiyeye veriyor. Bir mecidiyeye verip dönerken cuhut bakıyor ki, Hüseyin çarşıda geziyor. Hemen koşuyor kasaba. Kasap diyor. Ne var diyor? Sen bunu öldür ben sana bir teneke altın vereyim. Olsun diyor. Kasap çıkıyor dışarı. Hışt hışt hemşerim diyor gel bir dakka. Ne var? diyor ben sana yanlış para verdim. Yav hemşerim ben sana bir gıda verdim sen bana bir mecidiye verdin bunun yanlışı nerde? Yok diyor ben sana yanlış para verdim gel. Hüseyin'i kasap dükkanın arkasına alıyor, eline alıyor bıçağı diyor ben seni öldürecem. Öldürecem. Yav diyor sen beni niye öldüreceksin? Valla diyor cuhut bana bir teneke altın vermiş ben seni öldürecem. Yav sen bir teneke altınını aldın mı? aldım. Yav sen beni niye öldürüyorsun ben gencim. Al sana atletimi vereyim kana bula. Hayvan kanıyla insan kanını cuhut ne anlayacak. De al cuhut ben bu adamı öldürdüm al sana kanlı atletini. E kasap insafa geliyor. Doğru diyor ben bunu niye öldüreyim. Tamam diyor çıkarıp atletini veriyor, kana buluyor, kasap dükkanından bir kapak kaldırıyor, diyor bu tünelden koş. Hüseyin tünele giriyor, tünelden koşuyor. Koş babam koş. Şehriban'sa pencerede durmuş böyle karşıya bakıyor. Bir bakıyor ki, kanaldan biri çıktı. Cuhut ise kendi evinden o kasap dükkanına yer altından tünel açmış gidip geliyor. Bakıyor bu Hüseyin. Gerçekten Hüseyin olduğunu tam tanıyor, camı açıyor. Hüseyin! Hüseyin! Hüseyin de zannediyor arkadan cuhut bunu çağırıyor. Bu daha hızlı koşuyor. Hüseyin benim diyor. Hüseyin kafasını şöyle bir kaldırıp bakıyor evet apartmanın dördüncü katında Şehriban. Hemen asansörü aşağı indiriyor. Hüseyin'i alıp yanına çıkıyor. Oturuyorlar, kız bakıyor ki, cuhut fileleri doldurmuş eve geliyor. Hüseyin diyor. Ne var? Gel buraya. El atıyor Hüseyin'in boynuna camdan bakıyorlar. Cuhut bunları görür görmez - bizde ot bağlamaya çav derler ottan yapılmış. Birkaç eski bez filan çav kafasına sarıyor, benzini döküyor ateş veriyor. Padişahın sarayına doğru koşuyor Bakıyorlar ki, yav bir adam geliyor yana yana. Yav hele koşun bu adam niye yanıyor bunun derdi ne. Adamı söndürüyorlar. Padişahın huzuruna çıkarıyorlar. Diyor padişahım sağ olsun Efendim diyor şehrinize geldim sizin şehirden afedersiniz bir tane züppe benim ailemin koynuna girmiş. (Padişah) Olur mu ya öyle şey. Evet diyor gidin gözünüzle görün. Eyi diyor gidin iki taneniz alın gelin. Üç dört kişi gidiyorlar. Ne yapıyorlarsa bunlar asansörü indirip gelmiyorlar. Geliyorlar padişahım biz gittik gelmedi. Gidin binayı sökün getirin. Bunlar alıp kazma küreklerini gidiyorlar. Bakıyor ki, Şehriban hakikaten artık binayı sökecekler, asansörlen indirip alıp geliyorlar. Oğlana idam, kız cuhuta verilecek. Oğlanı idam etmeye götürürken tabi soyunduruyorlar. Ömer gibi çok gözü açık bi tane orda var. Bakıyor ki, çocuğun sağ kolunda mezbent. Babası gittiği yerlerde ilan vermiş sağ kolunda mezbent gören bir şahsı bana haber olursa dünyada istediğini veririm. Bu hemen mezbenti görür görmez padişahın sarayına doğru kaçıyor. Misafiridir padişahın tabi çocuğun babası da. Bilmiyor padişahın (oğlu) olduğunu. Efendim diyor bizim idam edeceğimiz çocuğun sağ kolunda mezbent. Oğlum idam ettiler mi, edecekler mi? Valla diyor efendim edecekler. Babası ayakkabısız koşuyor, idamdan kurtarıyor.

E padişah zoruna gidiyor. Bu ne durum? Tabi Mehmet Pehlivan başından geçeni anlatıyor. İşte biz böyle üç kardeştir, işte böyle durumlar başımıza geldi, biz kardeşlerimiz böyle olduk.

Yav diyor o zaman ben senin büyük abin Mahmut'um ilk padişah ben oldum. Ordan biri daha çıkıyor, ben sizin kardeşiniz Ahmet'im. E bu da benim oğlum, bunlar da senin amcaların. Durumu çocuk amcasına izah edince cuhuta idam kararı.

Cuhutu idam ettikten sonra kızın amcası Hüseyin'e kırk gün kırk gece Şehribanla düğün yapıyorlar. Onlar eriyorlar muradına biz çıkalım kerametine. Gökten üç elma düştü, biri bana, biri Sinan'a, biri hikaye anlatana. Teşekkür.

Ali ağa

Şimdi tilkiden korkan bir adam varmış. Adı da Ali Ağaymış. Çok korkarmış. Karısı komşulara demiş ki, ya bu herifi bir türlü evden dışarı atamıyorum. Karılar demişler ki sen biraz çörek yap, böyle yola sür, düz, git eve deki valla gökten çörek yağdı millet komşular hep topladı, Ali Ağa sen kaldın. Sen de çık. O dışarı çıkar çıkmaz sen kapıyı kitle, o korkuluğunu alır. Hele bu vaziyette Ali Ağa'yı dışarı atarlar. Ali Ağa aman, zaman, tilki gelecek beni yiyecek filan. Yok! Mesele burda korkusunun atılması. Şimdi Ali Ağa diyer ki, madem öyleyse benim babadan kalma bir kılıncım var o kılıncımı bana ver. Hem beni içeri almıyacaksın, bi de yumurta ver , bi de un ver. Ben geçip gideyim. Ali Ağa bunları alır gider bir çeşmenin başında oturur. Göbeğini çıkarır o kılıncının üstünde kırk tane bit öldürür, kılıncı kanlı eder. Oraya da yazar bir vuruşta kırk kelle kesen pehlivan Ali Ağa. Ali Ağa bir yol tutar. Yavaş yavaş yavaş o yoldan gider. Bakarki bi mağra. Mağrada devler oturuyo. Devler bunu görür görmez birbirine bakarlar derler iyi avımız geldi. Lan senin adın ne? Ulan der benim adım pehlivan Ali Ağa. Nasıl? E işte kırk kelle kesen pehlivan Ali Ağa. Bak kılıncımın kanına. Devler bakarlar doğru. Peki derler ne yapalım ne yapmayalım. Birbirlerinnen konuşurlar. Der senin hünerin nedir? Ulan der benim hünerim daşı sıksam su ederim. Hadi yap bakalım. Ali Ağa yumurtayı çıkarır. Sıktığı gibi su akar. Devler derler üff yav böyle bi pehlivan yok. Başka hünerin? Diyer daşı böyle öğüdür un ederem. Unu çıkarır. Avurur, cesaret burda. Aklını kullanıyır. E başka? Başka ne istiyorsunuz Ali Ağayı kardeş ederler. Ali ağa bize kardeş ol, biz altı taneyiz sen dey yedi tane burda kardeş ol. Peki. Bir gün yatarlar diyerler Ali Ağa yukuya geçerken yukudayken şişleri kızartıp Ali Ağanın canına batırak Ali Ağa öyle ölsün gitsin. Bunnan savaşnan beceremenik. Ali Ağa bunu duyar çekilir bi tarafa. Bu da getirin yerine bi tuluk bırakır, cacık tuluğu yahut peynir tuluğu, yahut yağ tuluğu neyse. O der Ali Ağa, başınıza yıkılsın sabahınan kalkar der bu gece pireden yatamadım. Ulan diyerler bizim şişlerimiz buna pire olmuş. Devirsi gün Ali Ağayı yatırırlar. Ali Ağa gider. Gene aynı oynayacaklar. Ali Ağa gider bu sefer bi kütük getirir. Bunlar baltaları hazırlarlar, pat küt kütüğe. Ali Ağa sabahdan der. Yav bu gece bitten yatamadım başınıza yıkılsın mağranız. Bu da gitti. Bi gün derler Ali Ağa gardaş artık su nöbeti senindir. Sen suya gideceksin. Ali Ağa tuluğun boşunu götüremez. Diyer ben gitmem suya. Niye? Benim şerefime onuruma ayıp değil mi? Ya ne yapacaksın? Kazma kürek getirin şu dağı yarayım akıtayım suyu buraya. Ya Ali Ağa diyer bütün oradakiler hep bize düşman olurlar. Sen suyu buraya getirmeklen olurmu. Birisi der ki, gidem ben suya getirem. Bi sefer de derler Ali Ağa odun sırası senindir, oduna git. E der gidek. Ne kadar erken çoban…. zencir varsa toplayın getirin meşenin etrafına saracağam, meşeyi çekip getireyim buraya. Yav Ali Ağa olurmu, bu işten vazgeç. Ondan da vazgeçirilirler. Bigün derler ki, gelin biz ayrılalım. Ali Ağanın da hakkını parasını eline ne geçerse verek o getsin. Ayrılırlar. Ali Ağa gardaş biz ayrıldı. E… Bu torba altın da senin payına düşdi. Al götür. Yoğ ben bunu böyle götürmem. Ya nasıl? Biriniz bunu arkasına alsın ben de biniyim sırtına. Benim şanıma şerefime ayıptır. Gidek küçük kardeşi bunu alır. Eve doğru giden vakıt bakar ki, karısı damda. İşaret eder heç sesini çıkarma. Yindirir dev bunu yere. Bi hofultu çeker yorulmuş. Ali Ağa tavanlara çıkmış, devin nefesi onu tavanlara çıkartmış. Ali Ağa orda ne arıyarsın diyer. Yav orda babamdan kalma bi kılınç var, onu bulup getirip senin kafanı kesecem ne arayam. Dev kaçar. Yolda tilki buna rastlar. Yav dev kardaş nedir senin halın ahvalın. Diyer yav bu herif götürüp benim başımı kesecekti. Yav diyer o benden korkar gel. Ali Ağa bakar ki, tilki devi getiriyor iş bozuldu. Biraz kağıt derler toplar dama çıkar der ki, tilki kardaşım bak senin baban bana, bak bu senetler senin baba(nı)ndır yeddi deve borcu var. Yeddi dev kandırıp getirecek ki, bu senetleri benim elimden alasın. Sen benim kardaşım o bi devi kandırıp getirmenken bu senetleri benim elimden alamazsın. Dev döner der ula sen beni babanın borcunun yerine mi gönderirdin diyer. Ali Ağanın hikayesi de burda biter.

Bütün Kadınlar Aynı Değil

Sultan Murat on ikiden sonra ışık yanmasını yasak etmiş. Vezirle beraber geziyor bakıyor ki, basit mütevazı bir evde ışık sönmüyor. Yav demiş vezir bu nasıl benim emrimi dinlemez. Hele bir diyor sen beni bi omzuna al ben bir bakayım. Padişah bakıyor ki, bir genç delikanlı, bir genç kız. Sırasıyla biri başını koyuyor onun kucağında yatıyor. Onun saçlarıyla uğraşıp gülüyor. O nöbetini bitirdiğiynen ötekisi bırakıp yatıyor. Bu sevgi içersinde sabah oluyor. Adresini alıyor evin, çağırttırıyor. Oğlana diyor ki, oğlum nedir bu? Valla diyor ben bir işçiyim diyor. O da benim ailemdir. Sevgiyle aldım. E akşama kadar ben işteyim akşam olduktan sonra artık birbirimize doyamıyoruz. Sırasıyla böyle vaktımız geçiyor. Peki oğlum diyor seni saraya alayım sana vezir kızı alayım sana şunu yapayım, sana bunu yapayım. Ne istiyorsun bu işçilikten, amelelikten, bu ötekinden vazgeç bunlardan. Hayır diyor bana dünyayı da versen ben vazgeçmem, onu bırakmam eşimi. Peki öyleyse diyor git. Kızı çağırttırıyor. Kızı epey vaatler söyledikten sonra kız razı oluyor. Ne yapacaksın diyor. Diyor nöbet ona gelince başını benim kucağıma bırakırsa ben onun keskin usturanan başını keserim. Peki diyor git. Vezire diyor ki, iki tane kuvvetli baltacı hazırla, amman bu hadiseyi doğurmayalım. Bu iş olacak şeytan girdi bunun kalbine. Bekliyorlar. Kız nöbetini bitirdikten sonra oğlan nöbeti, yatmak nöbeti oğlana gelir. Oğlan başını bıraktığı vakıt kız harekete geçiyor. Pat küt derken kapı yarılana kadar oğlanın kafası da gidiyor zaten. Heyvah diyor neyse kızı öldürttükten sonra padişah emir veriyor diyor ki, -burda da hanımlar darılmasınlar bana -diyor ki, ne kadar benim ülkemde karı varsa hepsini katledin. Vezire diyor sana üç gün müddet. Baştan diyor benim annem benim karım, senin annen senin karın, hepsini katledecen. Vezir düşünüyor vezirin ihtiyar babası varmış. Oğlum diyor ne düşünüyorsun?

Evet bu sefer ne kadar karı varsa hepsinin katline ferman veriyor. Vezir düşünüyor vezirin yaşlı bir babası. Diyor oğlum beni padişahın yanına götür. Padişahın yanına götürüyor. Padişahım diyor benim bir yerde, işaret veriyor filan yerde filan ağacın dibinde saklamış olduğum bi gürzüm var. Gürz eski savaş (aleti). İki tane diyor pehlivan gönder onu getirsinler. Diyor tek getirmezler mi? diyor yok. Gidip o güzü getiriyorlar. Bu yaşlı pehlivan vezirin babası olacak gürzü alıp böyle savuruyor. Diyor padişahım ben böyle bir pehlivandım. Bir gün kahveye girdim. Kahveciye bi kahve söyledim. Bana bi kahve getir dedim. Kahveci bana bi kahve yaptı, benden sonra karayağız delikanlı bi adam girdi. Haybetinden ben de titredim diyor kahveci de. Benim kahvem ona gitti. Ulan bu kimdir dedim benim kahvemi içen. İçti kahvemi diyor ordan bi sarı lira bıraktı oraya geçti gitti. Arkasına düştüm diyor. Bu gürzle diyor kendisine bi hamle yaptım. Ulan pire dedi. Beni kuşkulandırdın. Aldı diyor gürzü elimden, çekti diyor beni, gürzü elimden aldı attı. Beni kendisine bağladı yürüdük. Dedi ki, bir şeye benziyorsun. Bir yere gettik diyor. Güzel bir bahçeli bir yer. Orada bir saray. Haybesini indirdi diyer. Sikke diyer böyle sikke çakılır, demir çiviler. Onları çıkarttı, sarayı çaktı duvarlara, bana dedi sen de çak. Ben diyor beceremedim onun kadar. Çaktı diyor çıktı yukarı. Bana dedi ki, bak ben yukarı çıkıyorum. Benim üç sefer sesim gelir beni beklersin. Sesim gelmezse benim bu atım, bu silahım bu param sana helal olsun. Yukarıdan diyor bir ses geldi, koca bir ses. Bikelle geldi diyor aşağıya. Bi daha diyor bi kelle daha geldi. Bi daha bi kelle daha geldi. Üç kelle, kafalarını vurmuş indi yere diyor. Kelleri naletledi, gel dedi. Korkumdan titredim, bunun arkasına düştüm gittim. Baktım bir yere götürdü beni bir mezar. Aç dedi bu mezarı. Açtım diyor. İçersinde gayet güzel daha bıyıkları yeni terlemiş bir delikanlı yatıyor. Böyle diyor yüzünden nikabını kaldırdı, o delikanlı oldu dünya güzeli bir kız. Dedi ki, bunu görüyor musun bu benim nişanlımdı kocamdı. Bunu öldürdüler intikamını alan kimse yokdı. Ben geldim bunun intikamını aldım. Şimdi bu hançer de onun hediyesidir bende. Onun hediyesiyle beni vur, at bunun yanına. Elim tutmadı diyor. Çok israr ettim, hançeri kendisine batırdı, kocasının yanına düştü. Padişahım sen bütün kadınları niye öldürüyorsun. Böyle kadın da var, böyle kadın da var. O vakıt kadınlar kurtuluyor.





 
Bu site Kültür ve Turizm Bakanlığı Bilgi Sistemleri Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanmıştır.
Bu sayfa 13995 kez gösterilmiştir.