Lütfi Tınç

LÜTFÜ TINÇ

5 Mayıs 2000, Cuma

21. Yüzyıla Girerken Pierre Loti, Türkiye ve Avrupa: Pierre Loti’nin 150. Doğum Yıldönümünde Türkiye ve Avrupa’nın Siyasal ve Edebi İlişkileri Kolokyumu

“Türkçedeki Pierre Loti”

Türk dostu Fransız yazar Pierre Loti, 1879’da Paris’te Calmann-Levy yayınevi tarafından basılan ilk romanı Aziyade’den, 1921’de yayımlanan “Supremes Visions d’Orient” adlı İstanbul güncelerine kadar, 50’nin üstünde yapıta imza atmıştır.

Yazarın ölümünden sonra, 1923’ten itibaren, oğlu Samuel Viaud tarafından derlenip bastırılan günceleri bir tarafa bırakırsak, Loti’nin kitaplarından 15’inin, “bize ait eserler” olduğunu görürüz.

Bu yapıtları da, iki ayrı kategoride ele almak mümkündür: “Loti’nin bize dair ilk eserleri” ve “Loti’nin bize dair son eserleri”. Abdülhak Şinasi Hisar’ın “İstanbul ve Pierre Loti” adlı kitabında yaptığı bu ayırım, Loti’nin yapıtlarına hem edebi hem de siyasi bir bakış açısından, son derece yerindedir.

Bu yapıtların ilk bölümü, Sultan Abdülhamid’in mutlakiyet dönemine rastlayan yılların atmosferinde Loti’nin kaleme aldığı Aziyade, Fleurs d’Ennui, Fantome d’Orient, Les Desenchantees gibi ünlü romanlarıdır. Ayrıca 1893’te yayımlanan “L’Exilee” bir İstanbul bölümü içerdiği gibi, 1895’te Loti’nin arka arkaya yayımladığı “Jerusalem”, “La Galilee” ve “Le Desert” bir zamanların Osmanlı coğrafyasını mekan olarak seçmiş yapıtlardır.

Loti’nin “bize dair” yapıtlarının ikinci dönemi ise, Balkan ve Trablusgarp savaşları, Birinci Dünya Savaşı, işgal günleri, Sevr, Milli Mücadele yıllarına rastlar.
Bu dönemin kitapları, “edebi” yönü değil, siyasi yönü ağır basan yapıtlardır.

Bu çalışmalar arasında, dört kitap, birer “Türkiye savunması” olarak öne çıkarlar. Bunlar, La Turquie agonisante (1913), Les Massacres d’Armenie (broşür, 1918 ya da 1919), Les Allies qu’il nous faudrait (broşür, 1919), La Mort de notre chere France en Orient (1920) adlı çalışmalardır. Bu çalışmalar, 1919’un Ekim ayına kadar Fransa’daki sansür baskısıyla, gizlice yayımlanmış, ancak yine aynı yılın sonlarında, sansürün kalkmasıyla, Calmann-Levy yayınevinin kitapları arasında yer almıştır.

Görüldüğü gibi, ilk romanından son yapıtına, Loti’nin edebi üretiminde, yalnızca İstanbul değil, tüm Osmanlı coğrafyası ve bu toprakların insanları, gelenek ve görenekleri çok önemli bir ağırlığa sahiptirler. Ayrıca 1890’larda, Fransız Akademisi üyesi ve dünya çapında ün sahibi bir yazar olarak; 1910’dan sonra da ‘Fransız subayı’ kimliğinden sıyrılmış bir Türk dostu olarak, Pierre Loti “Doğu Sorunu”na hep farklı bir pencereden bakmıştır. Yeniden üniformasını giydiği Birinci Dünya Savaşı yıllarında da Loti aynı tutumu sürdürür. Üstelik savaş sonrası, Ankara Hükümeti’ni Avrupa’da savunur.

Zaten 1913’den itibaren artık okurunun karşısında “farklı” bir Pierre Loti vardır. Olağanüstü gözlemci kişiliğini ilişkide bulunduğu yabancı kültürlerin potasında eritmeye çalışan ve bu yolla, yalın, içtenlikli bir sanatsal çizgi yakalayabilen Loti, artık bir “dava adamı” endişesiyle hareket etmektedir.
Ancak Türk kamuoyunda 1900’lerden beri tanınan ve başta “Aziyade”, kimi ilk dönem yapıtları, yüzyıl başından 1990’lara uzanan bir süreçte Türkçeye kazandırılan Loti’nin “bize dair” ikinci dönem yapıtları, yani edebi değil de siyasi yönü ağır basan çalışmaları, biri hariç (La Turquie agonisante, 1913 Can Çekişen Türkiye, 1913, 1973), Cumhuriyet döneminden sonra, Latin harfleriyle Türkçe’mize kazandırılmamıştır.

Zaman içinde Türkiye’de, genç cumhuriyet rejiminin yeni kuşakları arasında ve daha sonraları, tek yönlü ayrıca yanlış bir “Pierre Loti imajı” oluşmasında, bu eksikliğin büyük payı vardır. Loti’nin dostluğunu, ‘oryantalist bir yazarın sempatisi’ seviyesinde değerlendirmek, onun siyasi içerikli çabalarını ve yayınlarını bilmemekten ya da bir ihtimal, görmezden gelmekten kaynaklanmaktadır.

Şimdi bu bakış açısıyla, Loti’nin ülkemize gelişi, İstanbul’da yaşayışı çerçevesinde, yazınsal üretimine ve bu üretimin Türkçe’ye kazandırılışına kronolojik olarak göz atmakta fayda görüyoruz.

Çünkü Loti, gerek “bize dair ilk eserlerinde”; yani Mutlakiyet döneminin atmosferi içindeki Türk toplumunu ve insanlarını, Osmanlı başkentini yansıttığı romanlarında, gerekse de “bize dair son eserlerinde”; yani Balkan ve Trablusgarp savaşları, Birinci Dünya Savaşı, işgal günleri, Sevr, Milli Mücadele yıllarına rastlayan gelişmelerin yansıdığı “siyasi yönü ağır basan” yapıtlarında, bizzat yerinde yaptığı kendi gözlemlerine önem vermiştir. Onun bu topraklara uzanan kısa ya da uzun her gezisi, günlüklerindeki notlardan hareketle, farklı bir yapıta dönüşmüştür.

Pierre Loti, daha doğrusu Fransız deniz subayı Julien Viaud bu topraklara aslında ilk kez 1870’te ve tam 20 yaşında iken gelir. Gemisiyle İzmir’e uğrar; ama bu geliş, çok kısa bir süreyi kapsar.

1876’da ise bu genç subay artık 26 yaşındadır ve bu kez Couronne fırkateyni ile Selanik’e gelir. Kentin Müslüman mahallesinde gezinen Loti, rastladığı insanlar ve daha sonra yaşadığı ilişkiler yumağını, Aziyade romanının nüvesini oluşturacak ilk notlara dönüştürerek, güncelerine burada kaydeder.
Selanik’te iki buçuk ay kaldıktan sonra II. Abdülhamit’in kılıç kuşanma törenine denk düşen günlerde, 3 Mayıs 1876’da İstanbul’a gelir. Mart 1877’ye kadar, Osmanlı başkentindedir ve Aziyade, Fransa’da 1879’da yayımlanır.

Türkiye’de ise Aziyade’nin ilk çevirisi, 1923’te Handan Lütfi’nin kaleminden çıkar; İstanbul’da İkbal Kütüphanesi tarafından ‘Azade’ adıyla yayımlanır. Mahmud Bey Matbaası’nda basılan kitap, eski yazıyla 230 sayfadır. Ancak o tarihten çok önceleri de, Pierre Loti Türkiye’de tanınmaktadır ve Aziyade, 1909 yılında Musavver Eşref’in dört sayısında, bölüm bölüm yayımlanmıştır. Romanın Latin harfleriyle ilk çevirisi de Nahit Sırrı Örik’in kaleminden çıkacak ve 1940’ta İstanbul’da Hilmi Kitapevi yayınları arasında yer alacaktır. Kitap 1967’de aynı çevirmenin imzasıyla yeniden yayımlanır. Aziyade’nin son çevirisi de 1997’de İlhan Arda tarafından yapılmıştır (Pera Yayınları).

Ekim 1887’de Loti ikinci kez İstanbul’a gelir. Ayın 6’sından 8’ine, kentte yalnızca üç gün kalır ve ‘Aziyade’nin bilinmeyen mezarını’ arar; bulur. Mezarı bilinmeyen aşığın ‘rüyalara giren hayali’, artık yok olmuştur. Loti, huzura kavuşur. Böylece yazarın İstanbul’a bu gelişi de, Fantome d’Orient (Doğu Hayaleti) kitabının (yay. 1892) nüvesini oluşturur.

Loti 1890’da İstanbul’a üçüncü kez gelir (12-15 Mayıs arası) ve yayıncısı Calmann-Levy’nin isteğiyle, “Constantinople en 1890” (1890’da Konstantinopl) adlı makaleyi kaleme alır. “Bu azametli şehri” okura, batılı gezginlerin gözüyle değil, “kendi gönlünün hatıraları arasından” yansıtır. Loti bu çalışmasını daha sonra L'Exilee kitabına (yay. 1893) dahil edecektir.

Loti’nin İstanbul’a dördüncü kez gelişi, 1894 yılının Mayıs ayına rastlar. Bu kısa geziye ilişkin notlarından da, “Yeşil Cami” (1895) ve “Sultanın Geçişi” (1897) adlı makaleler doğacaktır. Bursa’daki Yeşil Cami’nin ve kentin güzelliklerinin anlatıldığı makaleyi Loti daha sonra “La Galilee” adlı yapıtına (yay. 1895) dahil edecektir. II. Abdülhamit’in ‘Selamlık Resmi’ için Yıldız Sarayı’ndan çıkıp Hamidiye camiine gidiş ve dönüşünü anlatan “Sultanın Geçişi” ise “Figures et Choses qui passaient” kitabına (yay. 1898) alınmıştır.

Beşinci gelişi, Loti’nin İstanbul’da kaldığı en uzun süreyi kapsar. 3 Eylül 1903’ten 30 Mart 1905’e kadar Pierre Loti, Fransa’nın Osmanlı başkentinde, kendi büyükelçiliğine bağlı olarak bulundurduğu Vautour gemisinin ‘süvarisi’ kimliğiyle İstanbul’dadır. Ama Vautour’un süvarisi İstanbul yaşamının içinde, ‘Pierre Loti’ kimliğiyle gezip tozar.

Bu topraklarda Pierre Loti, bir Fransız subayı olmanın çok ötesinde, resmi görevleri ve sıradan resepsiyonların dışında, İstanbul’daki nüfuzlu Türk ve yabancı çevreler arasında dolaşarak, Osmanlı başkentindeki ‘kaymak tabaka’ ile ilişkilerini sürdürerek zamanını değerlendirir. Kentte Fransızca olarak çıkan Stamboul gazetesindeki ‘cemiyet haberlerinde’ hemen hemen hiçbir sayı, Loti’nin adının eksik olmaması, bunun bir göstergesidir.

Loti’nin Osmanlı başkentindeki popülaritesi, 1890’dan sonra, giderek artmıştır. 1891’den 1909’a kadar, başta Servet-i Fünun olmak üzere, İstanbul basınının çeşitli dergi ve gazetelerinde de Pierre Loti üzerine makaleler yayımlanır. Yazarın yapıtlarından kimi bölümler Türkçe’ye çevrilir. Daha sonraları, 1902 yılında Servet-i Fünun, Loti’nin Batı dünyasında en popüler sayılan yapıtı İzlanda Balıkçısı’nı (“Pecheur d’Islande”, 1886), 1903’te de Madame Chrysantheme’i (yay. 1887) bölüm bölüm yayımlar. Ertesi yıl da (1904) her iki yapıt, İstanbul’da Matbaa-i Ahmed İhsan ve Şürekası tarafından basılır.

Loti ise o günlerde İstanbul’daki bu en uzun ikametinin maceralarından “Les Desenchantees” romanının (yay. 1906) kurgusunu çıkartır. Aziyade romanından sonra Türkiye’de, Loti’nin en büyük ilgiyi uyandıran bu kitabı da, 1922’de “Meyuseler” adıyla Hüseyin Naci tarafından tercüme edilir ve İzmir’de yayımlanır. Sonraları, Nahit Sırrı Örik’in kalemiyle “Bezgin Kadınlar” adı altında 1947’de İnkılap Kitapevi yayınları arasında dilimize yeniden kazandırılan Les Desenchantees’nin son çevirisi de “Mutsuz Kadınlar” adıyla 1972’de yapılacaktır.

1910 yılında emekliliğini isteyen Pierre Loti, 60 yaşındadır. Fransız Donanması’ndaki 42 yıllık hizmetinin 20 yılı denizlerde geçmiştir. 1910 Ağustos’unda altıncı kez İstanbul’a gelir, 15 Ağustos’tan 23 Ekim’e kadar dokuz hafta kentte kalır. Loti Fransa’ya döndükten kısa bir süre sonra İtalya Eylül 1911’de Trablus’a saldırır. 1912’de Trablusgarp ve Bingazi’nin İtalyanlara verilmesinin hemen ardından Balkan Savaşı patlak verir. Pierre Loti, bu her iki savaşa da karşı çıkar, Le Figaro ve Le Matin gazetelerinde makaleleri yayımlanır. Jean Jaures’in ricası üzerine makalelerini L’Humanite’de sürdürür. “La Turquie agonisante” (yay. 1913). adlı çalışmasında da Loti, bu makaleleri toplar; bunlara hem kendi tanıklıklarını hem de Osmanlı topraklarında yaşamış yabancıların, kimi İtalyan ve Fransız görevlilerinin kendisine gönderdikleri mektupları ekler.

Böylece “La Turquie agonisante  Can çekişen Türkiye” çalışması Trablus ve Balkan Savaşı gerçeklerini dünya kamuoyuna sergiler.
Bu çalışma, Fransa’da yayımlandığı yıl Türkçe’ye kazandırılır. Matbaa-i Hayriye ve Şurekası, Can çekişen Türkiye’nin Türkçe çevirisini 1913’te basar; 1915’te de Reşad Siraceddin’in çevirisiyle “Muhtasar Türk İli” İfham Matbaası tarafından basılır.

Osmanlı basınında da, 1910’dan 1913’e kadar, çeşitli gazete ve dergilerde, Pierre Loti’ye ilişkin birçok makale yayımlanır. Ancak bu dönemde Loti’nin Türkçe’ye kazandırılmış birkaç makalesi dışında, kitapları çevrilmemiştir.

Daha sonraları, Loti’nin “Les Massacres d’Armenie” (broşür, 1918 ya da 1919) çalışması ‘Türkler ve Ermeniler’ adıyla Memleket gazetesi külliyatı arasında basılır. Bu çalışma da yazıldığı yıl ya da bir yıl sonra (1919) Türkçe’ye kazandırılmıştır.

Loti, 1920 yılında da “La Mort de notre chere France en Orient” adlı çalışmasını kaleme alır. Fransa’nın “Doğu Sorunu"na ve Türkiye’ye bakış açılarını eleştirdiği, Ortadoğu gibi bir bölgede, Fransa ile Türkiye ilişkilerinin nasıl bir yön alması gerektiği konularına değinir. Bu çalışma da iki yıl sonra, 1922’de, “Fransa Şark’ta neler kaybetti” adıyla Feyyaz Mümtaz tarafından tercüme edilir ve Muğla İnkılap gazetesi matbaasında basılır.
Loti’nin, birer “Türkiye savunması” olarak öne çıkan bu çalışmaları arasında, 1919’da yayımlanan “Les Allies qu’il nous faudrait” (‘Bize gerekli olan müttefikler’) kitabının özel bir yeri vardır.

Ancak bu çalışma, ne eski harflerle ne de yeni harflerle, Türkçe’ye kazandırılmamıştır. On dört bölümden oluşan ve Loti’nin “broşür” diye nitelendirdiği bu çalışmada yazar, esas olarak, Anadolu işgaline tanık olmuş çok farklı kesimlerden yabancının kendisine gönderdiği, Türkiye ve Türkler lehine izlenimler içeren 1919 tarihli mektupları toplamıştır. Calmann-Levy tarafından 130 sayfalık (12x18 ebatlarında) bir kitap olarak 1919 sonlarında yayımlanan kitap, Türkçe’ye kazandırılmayı beklemektedir.

Görüldüğü gibi, Loti’nin, tabii ki bir romancı olarak edebi açıdan değil, ama bizce, Türkiye açısından, en önemli yapıtları, bugün Türkçe’de yaşamamaktadır.
Evet, 1934’ten itibaren Loti’nin kimi romanlarının Latin harfleriyle yeni dilimize kazandırıldığını, hatta en popüler olanlarının ard arda birkaç kez dilimize çevrildiğini görüyoruz.

Burada, Sayın Prof. Dr. Zeynep Kerman’ın hazırladığı bibliyografya çalışmasını, şükranla anmak gerekir.Ancak bizzat bu bibliyografya çalışmasının gözden geçirilmesi bile, Loti’nin birer “Türkiye savunması” olan kitaplarının, Kurtuluş Savaşı öncesi yıllarında gördüğü ilgiyi, 1930’lu yıllardan sonra hiç görmemiş olduğunu ortaya koyuyor.

Tabii ki bu durum da, bugün Pierre Loti’nin ülkemizde ‘tek yönlü’ tanınmasına yol açmıştır.İşte, “Loti bir ajan mıydı?” tarzındaki kimi çıkışlar ve yazarın güncelerindeki bir cümlenin anlamını, sözcükleri zorlayarak yorumlama çabaları da bu cehaletin talihsiz bir sonucudur.

Yapılması gereken, zaten tam bir yüzyıl boyunca, yalnızca 12 yapıtı Türkçeye kazandırılmış bir Pierre Loti’nin, 150. doğum yıldönümünde, en azından onun “bize dair” yapıtlarını Türkçeye kazandırma girişimini örgütlemektir.





 
Bu site Kültür ve Turizm Bakanlığı Bilgi Sistemleri Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanmıştır.
Bu sayfa 3523 kez gösterilmiştir.