Duran İçel

CAN ÇEKİŞEN TÜRKİYE’DE FRANSA’NIN ÖLÜMÜ

Duran İÇEL

Ünlü Türk dostu Pierre Loti’nin, sırasıyla 1913 yılında “Can Çekişen Türkiye” (La Turquie Agonisante) ve 1920’de yayınlanan “Sevgili Fransa’mızın Doğu’daki Ölümü” (La Mort de notre chère France en Orient) adlı kitaplarından yola çıkarak çalışmamıza böyle bir başlık atmayı uygun bulduk. Gerek bu iki kitapta gerekse, özellikle son döneminde, Doğu ve Türkiye üzerine yazdığı birçok kitapta Loti, sanayi devrimini yapmış kapitalist Batı karşısında yalnız ve geri kalmış Doğu’nun savunuculuğunu yapmaktadır; bunu yaparken Türkiye onun için ayrıcalıklı bir yere sahip olmuştur. Fransız yazarın Türkiye sevgisi, bilindiği gibi, çok genç yaşta deniz subayı olarak, görevi gereği, İstanbul’a gelmesiyle başlar; ilk romanı Aziyade (1879)’de İstanbul ve Doğu ile ilgili birçok izlenimini hayranlıkla aktarır.

 Bu romanda Loti, teknolojik olarak ilerlemiş ancak geleneksel pek çok motifini kaybetmiş, kendi deyimiyle, Batı’nın soğuk ve kasvetli havasından kurtulup, her bir köşesi egzotizm ve mistisizm dolu farklı ve zengin bir medeniyete geçer. Abdülhak Şinasi Hisar’ın “İstanbul ve Pierre Loti” adlı kitabında da belirttiği gibi, Loti, kendisi Avrupalı olduğu halde[...] Avrupa medeniyetini ruhu fazla yorucu ve ömürleri fazla yıpratıcı buluyor (C.Ç.T: 131) ve mazi hasretini huzur bulduğu bu Doğu hayatında gideriyor. Ne var ki Fransız yazar, her türlü değişime ve yeniliğe açık yeni bir yüzyılda Türkiye’nin geleneksel dekoru içinde kalmasını, yani doğulu kimliğinden çıkmamasını dilemektedir; bu arzusu duygusaldır ve bunun gerçekle bağdaşmayacağını kendisi de görebilmektedir.

Loti’nin Türkiye savunuculuğu bireysel ve romantik bir hayranlığın ötesinde, bir Fransız yazarın duyarlılığının sonucudur diyebiliriz, çünkü o herşeyden önce bir Fransızdır; Türkiye’nin çıkarına olacak her girişimin kendi vatanı adına da kazançlar getireceği inancındadır, bu nedenledir ki, Doğu ve Türkiye üzerine yazdığı roman ve eleştiriler sadece kültürel ve egzotik bir anlayışı değil aynı zamanda tarihi ve siyasi görüşleri de kapsar. Loti’ye göre Fransa ve Türkiye’nin Doğu’daki kaderleri aslında birbirine benzer; birinin yükselişi ya da çöküşü diğerini de doğrudan etkilemektedir.

Bilindiği gibi iki ülke arasındaki siyasi, ticari ve kültürel ilişkiler özellikle kapitülasyonlar döneminde ivme kazanmış ve Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne kadar sürmüştür; sanayileşmeyi gerçekleştirememiş bir ülkede doğal olarak tarım ve hayvancılık ön plana çıkmaktadır, bu nedenle o günkü koşullarda yabancı ekonominin çıkarları doğrultusunda Osmanlı İmparatorluğu, Fransa için, gerek jeopolitik konumu gerekse ticaret potansiyeli bakımından en elverişli ülke konumundadır. Fransız devleti birçok batı devletine de tanınan kapitülasyonlar sayesinde Osmanlı’ya pek çok yatırım yapmıştı ve Kurtuluş Savaşına kadar Doğu dünyasında ve Osmanlı İmparatorluğu’nda bir İngiltere kadar, hatta daha fazla söz sahibi olmuştu; kapitülasyonların önemini vurgulaması bakımından Loti’nin İstanbul’daki bir Fransız’dan (Lucien Morouard) aldığı mektuptan bir geniş alıntıyı sunuyoruz:

“Yüzyıllardan beri kapitülasyonlar sayesinde ticari şirketlerimiz Doğu limanlarında güvenlik ve başarı ile işlerini yürüterek yerleşmişlerdir. Günümüzde de bu İmparatorlukta, Fransız fen heyetinin yönetimi altında ve sermayelerimiz yardımıyla, maden ocakları, limanlar, rıhtımlar, fenerler, demiryolları, mâli tekeller, bankalar, fabrikalar ve çeşitli yatırımlar yapılmıştır. Uzun müdetten beri yayın organlarımız, kültür ve din okullarımız, tam bir güvenlik altında, sadece kuru bir izinle değil, gerçek imtiyazlarla, öğretim ve nüfuzumuzu, şehirlerin büyük bir bölümünde yayıyor ve tanıtıyorlar. Şahısları veya yabancı emlâki zarara sokacak olaylar meydana gelirse, bu menfaatlerin korunması ve gerekirse tazminat alınması konusunda, siyasî görevlilere ve konsoloslara, kapitülasyonların ne kadar kolaylık verici olduğunu biliyoruz.”(C.Ç.T: 110-111)

Gerçekten de Türkiye’de gelenekselleşmiş bir Fransa sevgisi vardır; İngiltere ve Almanya gibi ülkelerin askeri ve ticari egemenliklerine karşın Fransa’nın daha çok kültürel zenginlikleri Türk toplumunun hayatına girmiştir; bu etkileşimi belirten “alafranga” ve “alaturka” tabirleri bugün dahi günlük dilde kullanılmaktadır. Bunun yanı sıra, 20. yüzyılın ilk on yılına kadar birçok medeniyetin beşiği İstanbul’da caddelerin isimleri, dükkan panoları fransızca idi; ayrıca resmi yazışmalar ve siyasi ilişkilerde de Fransız dili Türkçe'nin yanında ikinci bir dil olarak kullanılmaktaydı; Türk diline giren yabancı kelimeler içinde, Fransızca’nın göz ardı edilemeyecek bir ağırlığı vardır. Tanzimat’la birlikte başlayan batılılaşma sürecinde, Fransız edebiyatı’nın Türk edebiyatı üzerinde kesin bir etkisi olduğunu görüyoruz; bu dönemde özellikle, roman, tiyatro gibi edebi türler yeni Türk edebiyatının oluşumuna kapı aralamışlardır; kökü çok eskilere dayanan Türk şiiri de Fransız parnas ekolünden ve simgeci akımdan beslenmiştir. Ne var ki bütün bu kültürel etkileşimler bugün itibariyle sadece dilde kalmıştır.

“Can Çekişen Türkiye” adlı kitabında Loti, yüzyılın başında patlak veren Trablusgarp ve Balkan savaşlarının yakın tanığı olarak son nefesini vermek üzere olan Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı’nın sömürgeci ülkelerince tamamen yok edilme senaryolarını aktarmaya çalışır. Yurt içinde milliyetçilik rüzgarına kapılmış azınlıkların kanlı eylemlerini, yurtdışında da dayatmacı politikalar ile yanlı basının kışkırtmalarını hem kendi gözlem ve bilgileriyle hem de pek çok kişiden aldığı mektuplarla anlatır. Loti’nin belgelediği bilgilerden hareketle Batı’nın, Şark meselesi kisvesi altında, Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalama girişimini üç nedene dayandırabiliriz: ilk ikisi, üç kıtada altı yüz yıla yakın hakimiyet süren büyük bir devletin mirasına konmak ve onu Avrupa’dan kovmak, diğeri ve belkide en önemlisi, Batının bir türlü kendisini kurtaramadığı dini fanatizmdir. Loti dört yanı kuşatılmış Osmanlı devletinin vahim durumunu Afrika ziyareti sırasında rastladığı bir mandanın, sırtına atlayan bir parsla olan mücadelesinden bahsederek aktarır:

“Kendisini boynundan yakalamış olan düşmanından kurtarabilmek için zavallı mandanın can havliyle sıçraması şaşırtıcı idi. Fakat tarafların gücü birbirine eşit değildi. Önce, parsın saldırısı ani olmuştu; sonra mandanın pençeleri de yoktu. Pars, keskin ve uzun pençelerini ansızın avının etine batırarak seller gibi kan akıtıyordu.” ( C.Ç.T: 43) “Bu arada kan kokusu alır almaz, geride kalan artıkları yemek için sinsice yaklaşan gece hayvanlarının ulumaları işitiliyordu... Bunlar paylarını bekleyen sırtlanlardı!” (C.Ç.T: 49)

Osmanlı devletinin bu en zayıf anından faydalanan Avrupa ve Balkan devletlerinin yanında Fransız hükûmetinin de yer almasını ağır bir dille eleştiren Loti dört yüzyıllık bir dostluğun yukarıda sözünü ettiğimiz çıkar amaçları uğruna yok edildiğinden söz etmektedir. Fransa’nın Doğu halkları üzerindeki takdiri ve büyüklüğü eskiden Fransız Gölü olarak adlandırılan Akdeniz sularının kana bulanmasıyla sona erdiğine dikkat çeken Fransız yazar bu savaşlar sırasında Hacı Selahaddin adlı bir dervişten aldığı bir mektupta Türk toplumunun Fransa’ya bakışının değiştiğinden söz eder:

“Fransa bugüne kadar mağlupların koruyucusu olmuştur. Bu, biz Şarklılar için onun şeref ünvanıydı. Onda parlayan bu idealin parlaklığı hepimizi cezbediyordu. Bundan dolayı onun dilini, edebiyatını, medeniyetini öğrenmeye can atıyorduk. Fransa bugün, iyilik ve koruyuculuk etme geleneğini terkediyor. Gazeteler, umumi efkârı aleyhimize çevirmeye çalışır görünüyorlar. Yalnız daha doğru haber alabilme imkanına sahip birkaç kişi, bu kadar haksızlıktan dolayı üzülüp öfkeleniyorlar...”( C.Ç.T: 87)

Bu dervişin görüşlerini Loti şöyle doğrular:

“Evet! Onları hor görerek derin bir hayal kırıklığına uğrattığımız ana kadar Türkler bizi seviyorlar ve daima o yüksek yerimizde görüyorlardı. Biz, onlar için, hâlâ asil ve ateşli düşünceyi, olgunluk ve ileriliği, büyüklük ve inceliği temsil ediyorduk. Ayrıca, bizim de onları sevdiğimizi hayal ediyorlardı. Ve bundan dolayı, felaket anlarında, maddi yardım olmasa bile, sevgi ve teselli bulmak için gözlerini Fransa’ya çeviriyorlardı. Ama bizim, üstlerine yağdırdığımız alay ve hakaretler, Doğuda yüzyıllardır süren üstünlüğümüze onulmaz bir yara açarak, hepsini bizden soğuttu, dondurdu...”( C.Ç.T: 88)

Böylece “üstün ve seçkin” anlamını taşıyan “Avrupalı” kelimesi, bu savaşlarla birlikte anlamını yitirmiş ve çıkar, dini fanatizm gibi anlamlara kavuşmuştur. Loti, Bulgar Kralı Ferdinand’ın sözde hıristiyanlık adına Balkan yarımadasında başlattığı yağma ve katliamların, yukarıda değindiğimiz dini fanatizmin Avrupa’da kurumlaşmasıyla hemen her ülkeden destek gördüğünü, ayrıca Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüyle birlikte başlayan Türk insanını karalama, aşağılama ve Avrupa’dan kovma girişimlerinin gerek propaganda gerekse lobi yoluyla özellikle Rum ve Ermeni toplulukların gayretleriyle had safhaya ulaştığını, böylece Türklere yakıştırılan barbar imajının Batı kamuoyunda bir sabit fikir olarak yerleştiğini söyler. Batılı müttefikler Anadolu’da meydana gelen birçok katliamın sorumluluğunu hep Türklere yüklerken, azınlıkların yaptıklarını bilinçli bir şekilde görmemezlikten gelmektedir.

“Sevgili Fransa’mızın Doğu’daki Ölümü” adlı kitabında da Loti, Balkan Savaşları, I. Dünya savaşı ve hemen sonrasında Kurtuluş Savaşı sırasında, çok sevdiği Türk halkının içine düştüğü vahim durumları ve maruz kaldığı haksız işkenceleri yalnızca kendi gözlem ve değerlendirmeleriyle değil, aynı zamanda gerek savaşa katılan kendi asker arkadaşlarının kimi mektupları, gerekse yerli ve yabancı tanıkların görüşleriyle belgelemeye devam etmektedir. Ne var ki böyle bir kitabı yayınlaması, kitabın önsözünde de belirttiği gibi, kolay bir iş olmamış ve yanlı basın ve çıkarcı otoritenin baskısı ve sansürüne takılmıştır; özellikle siyasi birçok çevrenin şiddetli tepkisiyle, aşağılanmalarla ve gözdağlarıyla boğuşan Loti, buna rağmen bildiği yoldan şaşmadan, daha önceki kitaplarında da yaptığı gibi, mağdur Türk halkının savunuculuğunu yapmayı, yalnızca kendi adına değil ama tüm Fransız halkı adına bir onur görevi addetmiştir. Bu kitabın yayınlanmasından bir yıl önce, yani 1919’da, Le Figaro’da bir makale olarak yazıp sonra bir broşür olarak bastırdığı “Bize Gereken Müttefikler”(Les Alliés qu’il nous faudrait) adlı çalışmasında da yazar Fransa’nın Doğu’daki çıkarlarının yalnız Türkiye ile anlaşmak ve birlikte davranmakta olduğu fikrini savunmaktadır. Türk-Fransız dostluğunun, İngiltere başta olmak üzere, Batı toplumunun ön ayak olduğu, Türkiye’nin varlığına son verecek talihsiz ve çılgın bir savaşın içinde Fransa’nın kendisini bulmasıyla ağır bir yara aldığını bıkmadan anlatmaya çalışır Loti. Kitabında, Fransa’nın bu savaşlar sırasında İngiliz oyununa gelmeyip Türklerle birlikte olması durumunda, I. Dünya savaşında Türk devletinin Almanya’nın yanında yer almayabileceği görüşü vardır.

Fransız yazara göre, birtakım çıkarcı çevreler özellikle bilgisizlikten, Türklerin durumunu kavrayamamaktan dolayı hakaretlerde bulunuyor. Ayrıca milletle hükûmet kavramları birbirine karıştırılıyor.( C.Ç.T: 90) Şark meselesinin bir diğer yönüyle ilgili olarak, Loti şu tespitleri yapmaktadır:

“...Bizim Türkiye’de yıllardan beri artan iki buçuk milyona yakın sermayemiz var. İktisadi birikimimiz olan bu para istilacıların elinde ne olacak? Ve en önemlisi, normal veya dini okullarımız da var, ortalama bir hesapla, dilimizi yanlışsız konuşan 110.000 öğrenciyi kapsıyor. Balkan adası kısmı, Bulgar veya Yunan eline geçerse, bunlar olduğu gibi kapanacak, mahvolacaktır. Aynı zamanda, Müslüman okullarında mecburi olan Fransızca öğrenimi de kalkacaktır. Ne yazık! Böylece, dünya yüzünde sevgili dilimizin yıldızının söndüğü bir ülke daha bulunacaktır.”( C.Ç.T: 90)

O çalkantılı dönemde Pierre Loti ve Claude Farrère gibi birkaç Fransız aydını dışında hiç kimse Fransız Hükumetinin yaptığı yanlışları haykırabilmek cesaretini gösterememektedir; Abdülhak Şinasi Hisar bununla ilgili olarak şu tespitlerde bulunur:
“İnsanlar arasında rol oynayan şahsi münasebetlerle, gündelik hatıralar gibi, milletler arasında da tarihi hatıraların rol oynamaları tabiî olur. Tarihi ve edebi nice hatıralarımıza istinaden nice Fransız münevverleri, edebiyatçıları, şairleri, romancıları ve muharrirleriyle, bizim aramızda aynı bir zihniyet bulmamızı beklerdik. Halbuki, kendileriyle lisanları ile konuştuğumuz bu münevverler güya müşterek hatıralarımızı birden unutmuşlar gibi ve tarihi bir Türk-Fransız dostluğu hiçbir zaman kurulmamış gibi görünüyorlardı.”( C.Ç.T: 137)

Loti, Fransa’nın ve Fransız kültürünün Türk milletinin gönlünde- savaşa rağmen- özel bir yeri olduğuna inanmakta ve bu sevginin tamamen bitmesi halinde Fransa’nın Doğu halkları üzerinde bir imtiyazının kalmayacağının, dolayısıyla Türkiye’nin olası bir felaketinin Fransa’nın hesabına da bir sonun başlangıcı olacağının uyarısını yapmaktadır.

Bugün, Loti ne yazık ki haklı çıkmıştır; birçok Doğu devletinde olduğu gibi, Türkiye üzerinde Fransa’nın değil de İngiltere ve Amerika gibi ülkelerin söz sahibi olmasında, yukarıda belirtmeye çalıştığımız tespitler ışığında, Fransa’nın siyasi ve kültürel ihmallerinin büyük bir payı vardır.
Çalışmamızı bitirirken çok eskilere dayanan Türk-Fransız dostluğunun bundan böyle daha iyi anlaşılması ve anlatılması doğrultusunda bu türlü kültürel etkinliklerin devamlı olmasını temenni ederiz. Teşekkür ederim.





 
Bu site Kültür ve Turizm Bakanlığı Bilgi Sistemleri Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanmıştır.
Bu sayfa 2824 kez gösterilmiştir.