Atatürk Devrimlerinin Kültür Konsepti Bağlamında Halkevlerinde Türk Halkbilimi Calışmalarının Kurumsal Eğilimleri - Doç. Dr. Özkul ÇOBANOĞLU

I. Uluslararası Atatürk ve Türk Halk Kültürü Sempozyumu Bildirileri

Atatürk Devrimlerinin Kültür Konsepti Bağlamında Halkevlerinde Türk Halkbilimi Calışmalarının Kurumsal Eğilimleri

Doç. Dr. Özkul ÇOBANOĞLU

Çalışmamızın konusu dünya tarihinin en radikal kültürel devrimlerini ulusal bağlamda gerçekleştiren Ulu Önder Atatürk'ün kültür konsepti bağlamında kurulmuş bir kurum olan Halkevlerinde Türk halkbilimi çalışmalarında takip edilen kurumsal yönelimleri belirlemeye yönelik tespitle yapmaktadır. Öncelikle, Türk aydınları arasında, Cumhuriyet'e giden yolda, özellikle II. Meşrutiyet sonrasında kültür konusundaki hakim kanaatleri ve kavramsallaştırmaları kısaca özetlemek ve söz konusu tarihsel bağlamda Atatürk'ün kültür konseptinin özelliklerini ayrıştırmak ve konuyu daha anlaşılır kılmak bakımından yararlı olacaktır.

Bilindiği gibi On dokuzuncu yüzyılın son ve Yirminci yüzyılın da ilk çeyreği arasında, Türk aydınları arasında teşekkül etmiş, kısaca Osmanlıcılık, İslâmcılık, Garpçılık (Batıcılık) ve Türkçülük olarak adlandırılan dört temel fikir akımı vardır. Bu yapılanış içinde "Kültür" ve "Medeniyet" kavramlarının farklılığını ileri sürenlerin başında Ziya Gökalp yer alır. Gökalp, devrinin aydınlarının karşılaştığı en büyük problem olan, bir taraftan batı dünyasının bizi maddi bakımdan ezen bütün medenî araçlarına sahip olmak istenirken diğer yandan aynı dünyanın zevkleri, aile hayatı, her türlü sosyal münasebetleri, felsefİ ve dinî inançları hayatımızdan uzak tutabilmek konusundaki sorunlardır. Bundan dolayı, Türkiye için tamamen pratik endişelerle "kültür" (hars) ve "medeniyet" birbirinden farklı kavramlar olarak tanımlar. Söz konusu pratik endişelerle, Gökalp'a göre neredeyse "değiştirilmesi istenmeyen bütün değerleri" kültür adı altında değiştirilmesini istediklerini de "medeniyet" adı altında toplamıştır. Bu ayırım, yani, "kültür-medeniyet ayırımı" o dönemde, "Türkler - için sadece sosyolojik kavram meselesi değildir; millet hayatımıza nasıl bir yön vereceğimiz konusundaki isteklerimize objektif veya ilmî destek bulma gayretidir" (Güngör 1980:7-9) denildiği gibi son derece hayatî öneme sahip bir konu olma konumundadır.

Bir başka ifadeyle, Gökalp'e göre "hars" yani kültür ulusaldır ve bu bakımdan değişmez bir niteliği vardır. Halbuki medeniyet, bilim ve teknoloji içerdiğinden uluslar arası bir karakter gösterir. Gökalp kültürün ulusal olması dolayısıyla değişmesine karşıdır. Sadeve başka ülkelerden medeniyet yani bilim ve teknoloji almakla yetinilmesi (Kaynar 1995: 210) gerektiğini ileri sürmektedir. Günümüz, Türk sosyal bilimcilerin yüz akı olan isimlerin başında gelen Erol Güngör, çalışmalarında bu ayırımın yapaylığını ve yanlışlığını ortaya koymuştur:

Ancak bu bağlamda asıl önemli olan, büyük deha Atatürk'ün Ziya Gökalp tarafından bu ayırıma o günlerde karşı olması ve günümüz sosyal bilimler metodolojisinin daha yeni ulaştığı kültür konsepti anlayışına 1920'li yıllarda ulaşmış olmasıdır. Bir başka ifadeyle, Atatürk, Gökalp'in "hars" ve "medeniyet" ayırımına karşıdır. O, böyle bir ayırımın, toplumumuzun çağdaşlaşmasını durduracağını kabul etmektedir. Kısaca, Atatürk için kültür ve medeniyet ayrılığı yoktur; kültür ve medeniyet birdir. O bu konuda şunları söyler: "Medeniyetin ne olduğunu hep başka başka tarif edenler vardır. Bence medeniyeti hars'tan ayırmak güçtür ve gereksizdir. Bu görüşümü açıklamak için hars ne demektir, tanımlayalım. Hars insan toplumunun devlet hayatında ve ekonomik hayatta yapabileceği şeylerin toplu sonucudur. Bir milletin medeniyeti dendiği zaman da, hars namı altında saydığım, insan toplumunun devlet, düşünce ve ekonomik olarak üç nevi faaliyetinden başka bir şey düşünülemez." (İnan 1959: 267)Ancak hemen ilave etmeliyiz ki, Atatürk her türlü taklit hareketlerine karşıdır. Ona göre, çağdaşlaşabilmek için yaratıcı olmak gereklidir. Bu amacından ancak teknolojiyi meydana getirin zihniyet ve yaşam biçimi elde etmekle gerçekleşeceğine" (Kaynar 1995: 211) inanmaktadır. Nitekim Onun bu konudaki şu sözleri, tutulması gereken istikamete detaylı bir biçimde açıklar: "...Bozuk zihniyetli uluslarda büyük çoğunluk başka amaca, aydın denen sınıf başka zihniyete maliktir. Bu iki sınıf arasında tam karşıtlık, tam muhalefet vardır. Aydınlar asıl kitleyi kendi amacına yöneltmek ister; halk kitlesi ve halkın büyük çoğunluğu ise aydın bağlı kalmak istemez. O da başka bir yön bulmaya çalışır. Aydın sınıf düşünce ve uyarma yoluyla büyük kitleyi kendi isteklerine uydurmada başarı sağlayamayınca başka yollara başlar; zorbalıkla yönetmeğe kalkar. Artık burada çözümlenecek noktaya geldir: Halkı ne birinci yöntem ile ne hükmederek ve zor kullanarak kendi amacımıza sürüklemede başarılı olamadığımızı görüyoruz: Neden?

Arkadaşlar, bunda başarılı olmak için, aydın sınıfla halkın zihniyet ve amacı arasında doğal bir uygunluk olması gerekir. Yani aydın sınıfın halk önereceği amaçlar halkın ruh ve vicdanından alınmalı. Halbuki bizde öyle mi olmuştur? O aydınların önerdikleri düşünceler ulusumuzun ruhunun derinliğinden alınmış amaçlar mıdır?

Kuşkusuz hayır. Aydınlarımız içinde çok iyi düşünenler vardır. Fakat genel olarak şu hatamız vardır ki, inceleme ve araştırmalarımıza zemin olarak çoğu kez kendi yurdumuzu, kendi tarihimizi, kendi geleneklerimizi, kendi özelliklerimizi ve gereksinmelerimizi almalıyız. Aydınlarımız belki bütün cihanı, bütün ulusları tanır, fakat kendimizi bilmeyiz.

Aydınlarımız, ulusumu mutlu ulus yapayım der. Başka uluslar nasıl olmuşsa onu da aynen öyle yapalım der. Fakat düşünmeliyiz ki böyle bir kuram hiçbir devirde başarılı olmuş değildir. Bir ulus için mutluluk olan şey, diğer ulus için felâket olabilir. Aynı neden ve koşullar bir ulusu mutlu ettiği halde diğerini mutsuz edebilir.

Onun için bu ulusa gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü biliminden, yeni bulgularından ve ilerlemelerinden faydalanalım, fakat unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak zorunluluğundayız.

Ulusumuzun tarihi, ruhunu, geleneklerini gerçek, sağlam, dürüst bir görüşle görmeliyiz. Şu gerçeği de açıkça söyleyelim ki, hâlâ ve hâlâ aydınlarımızın arasında, halkın büyük bir çoğunluğuna uyabilme gerçekleşmiş değildir. Memleketi kurtarmak için bu iki zihniyet arasındaki uyarlılığı meydana getirmek gerekmektedir. Bunun için de biraz halk kitlesinin yürümesinin çabuklaşması, biraz da aydınların çok hızlı gitmesi gereği vardır.

Fakat halka yaklaşmak ve halkla kaynaşmak daha çok ve daha ziyade aydına düşen bir görevdir." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri Cilt II, s. 140-141). Atatürk'ün kültür konseptinin, ulusal kültürümüzün yabancı kültürler karşısında zayıf düşmesini önlemek ve çağdaş imkanlarla onu güçlendirmek esası üzerinde şekillendiği görülmektedir.

Bu bağlamda Atatürk'ün inkılâplarına baktığımızda, ".. Millî eğitimden, dil ve harf yenileşmesine, medenî hukuktan güzel sanatlara, diplomasiden iktisat ve kalkınma politikasında kadar" (Güvenç 1988: 209) Türk Devriminin temelinde Atatürk'ün yukarıda kısaca özetlediğimiz kültür anlayışının bulunmakta olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır.

Ancak, çok iyi bildiğimiz ve hiçbir zaman unutmayacağımız bir özelliğiyle, Atatürk bir düşünce adamı olduğundan da öte, bir eylem adamıdır: Tıpkı, Türk Tarih ve Dil Kurumu gibi kurumların temelini "Türk dilinin, kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için bütün devlet teşkilatımızın, dikkatli, alâkalı olmasını isteriz." (S.D.,I, s.372) diyerek attığı gibi, "Türk ulusal müziğinin ancak son müzik kurallarına göre işlendiğinde yükselebileceğini söylediği 1934 yılı Meclis'i açış nutkunu irad ettiği yıl, Ankara'da onun emriyle kurulan "Millî Musiki ve Temsil Akademisi" (Akgün 1981: 11) örneğinde olduğu gibi Atatürk, dünya evrensel uygarlığına "Türk ulusunun katkısını sağlamak için, ilk önce, onun kendi ulusal kültürünü oluşturmasını (Yenişehirlioğlu 1981: 180) istemektedir. Onun, "Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür"(İnan 1959: 271-272) diye işaret ettiği husus budur. O bu büyük gerçeği ve amacını, "Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak evvela biz kendi benliğimize ve milletimize bu hürmeti hissen, fikren, fi'len bütün ef'al' ve harekatımızla gösterelim; bilelim ki, millî benliğini bulamayan milletler başka milletlerin şikârıdır" (Kodaman 1981: 126) şeklindeki sözleriyle ifade eder. Yukarıda adını saydıklarımızdan başka Atatürk'ün bu amaçla da kurduğu kurumların başında Halkevleri gelmektedir.

Onun döneminde ve 1956 yılına kadar devam eden Halkevlerinin birinci faaliyet devresinde, devlet, 'Halkevleri' aracılığı ile, toplumun kültürel faaliyetlerini yönlendirmiştir. Bu faaliyetler içinde, Folklor, Tiyatro, Edebiyat, Köy Kalkınması en önemli yeri işgal etmiştir. (Önberk 1982: 89) Tarihsel bağlamı içinde, Halkevleri'nin faaliyet dinamiği iki yönlüdür. Birincisi, çağdaş bilim ve sanat anlayış ve uygulamalarını Türk toplumuna tanıtmak yaygınlaştırmak; bu yolla Türk aydınlanmasını hızlandırmak diğer yönüyle de aydınların, okumuşların, halktan kopmasını, ulusal kültürden uzaklaşarak kozmopolitleşmelerini önlemektir. Bir başka ifadeyle, aydın-halk ikiliğini ortadan kaldıracak aydın halk kucaklaşmasını, kaynaşmasını sağlamaktır. Bu yönüyle halkevleri işlevlerini yerine getirirken aydın-halk arasında kurulan köprünün adı halkbilim veya halk kültürü olmuştur. Aslında bu husus bir başka yönüyle de bir türlü gereğince inkişaf edemeyen Türk romantizminin, Türk romantik milliyetçilik akımının ve felsefesinin en şuurlu şekilde hissedilip yaşanmağa başlandığı -ancak burada ele almayı düşünmediğimiz- bir başka tartışma konusu olan gereğince tamamlanamayışı devridir.

Halkevleri, Atatürk'ün "Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî niteliği ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki gelişmesi ile, geleceğin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır." (Atatürk 1952: 271-272) diyerek tasarladığı, kendi kalarak ve en çağdaş ulus olarak başarılmasını istediği Türk çağdaşlaşmasının en etkili çok yönlü bir enstrümanı olarak düşünülmüştür.

Bu çok yönlü enstrümanın yukarıda önemine işaret ettiğimiz bir yönünü Türk halkbilimi çalışmaları oluşturur. Bu daha önce mahiyeti Ziya Gökalp tarafından "Millî harsızımın şuurlu bir hale gelip yükselmesine ne gibi teşkilatlara muhtaçtır? Evvelâ millî harsımızı saklanmış olduğu gizli köşelerden münevverlerin nazarlarına arz edecek olan arama teşkilatlarına ihtiyaç vardır." (Ziya Gökalp 1980: 43) sözlü kültür verilerini derlemeye yönelik bir aygıt olmaktır. Konunun uzmanlarının çok iyi bildiği gibi Halkevleri birinci faaliyet dönemlerinde (1932-1956) Ülkü başta olmak üzere çıkardıkları elliyi aşkın derginin tamamında yerel halk kültürü unsurlarını derlemiş ve yayınlamışlardır. Bu derleme ve yayınlama faaliyetlerinde takip edilen kuramsal çerçevenin biraz da devrin hakim paradigmasını oluşturması nedeniyle, Tarihî-Kültürel ve Tarihî-Coğrafî Fin Yöntemi paralelinde olduğu görülmektedir. Dolayısıyla, tam anlamıyla bur "urform" arayışı söz konusu olmasa da "köken arama" gayretlerinin, Halkevleri dergilerinde tecelli eden halkbilimi veya halk kültürü çalışmalarının ana temasını oluşturduğu görülmektedir.

Günümüz paradigmaları doğrultusunda bakıldığında istisnalar dışında "bağlamsal" (contextual) materyalin olmaması nedeniyle eleştirilen bu Türk halkbilimi çalışmaları dönemi gerçekte bir yönüyle yukarıda ele aldığımız kültür konsepti doğrultusunda hem ulusal ve hem de, söz konusu dönemde Stith Thompson'un bütün dünyada ilgi ve heyecanla karşılanmış olan "Motif-Indeks"inin yarattığı entelektüel atmosfer nedeniyle popülaritesi iyice yükselmiş bulunan "motif" çalışmalarının veya Tarihî - Coğrafî Fin Yönteminin bir gereğidir.

Sonuç olarak, temel sorun, yukarıda da başlıca kavram tartışmalarını hulasa ettiğimiz gibi "bir millî kültür" meselesi olunca ve bu da Ziya Gökalp gibi sadece "hars"a dayalı değil "medeniyet"i de içine alacak genişlikte günümüzde geçerli olan bir kültür konseptine dayalı olarak Atatürk tarafından şekillendirilince Halkevleri dergilerinde yer alan Türk halkbilimi çalışmalarının kurumsal çerçevesinin "köken arama" paradigması üzerinde şekillenmesinin gerçekleşmiş olduğu söylenebilir.





 
Bu site Kültür ve Turizm Bakanlığı Bilgi Sistemleri Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanmıştır.
Bu sayfa 2860 kez gösterilmiştir.