Cumhuriyetin İlk Yıllarında Geleneksel Türk Tiyatrosu - Mevlüt ÖZHAN

I. Uluslararası Atatürk ve Türk Halk Kültürü Sempozyumu Bildirileri

Cumhuriyetin İlk Yıllarında Geleneksel Türk Tiyatrosu

Mevlüt ÖZHAN ( Türkiye )

Geleneksel Türk Tiyatrosu olarak kabul ettiğimiz Karagöz, Kukla, Ortaoyunu, Meddahlık özellikle 17. ve 18. yüzyıllarda halkın ilgiyle izlediği sahne sanatlarımızdandı. 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu sanatlara karşı başlayan ilgisizlik daha sonraki yıllarda değişik nedenlerden dolayı gitgide artmıştır.

Bu bildirimizde 19. yüzyılda başlayan ve 20. yüzyılda da devam eden bu gerilemenin kısa tarihçesini verdikten sonra nedenleri üzerinde durmaya çalışacağız.

Bir ülkenin kültür ve sanatındaki değişimler, etkileşimler ve yönelimler o ülkenin ekonomik ve siyasi yapısına göre biçimlenir. Siyasi ve ekonomik yapısı bozulmaya başlayan, bu durumdan kurtulmayı da batıya yönelerek aşma çabasına giren Osmanlılar doğal olarak sanat ve kültürde de batıya yönelmişlerdir. 18. yüzyılda başlayan bu yöneliş bilinçsiz bir şekilde devam etmiş, 1839 yılında ilân edilen Tanzimat Fermanıyla ülke siyasi ve ekonomik yönden batılılaşma eğilimine iyice girmiştir. Bu yıllara kadar halkın severek izlediği Karagöz, kukla, ortaoyunu ile birlikte Avrupa Tiyatrosunun da İstanbul'a girmeye başladığını görüyoruz. İstanbu'daki batılı ülkelerin elçiliklerinde, kendi tiyatro eserleri sahneleniyordu. Başlangıçta kapalı bir çevreye ve belli kişilere yapılan gösteriler zamanla genişlemeye başladı. Bu arada İstanbul'daki yerli halk da bu gösterilere ilgi duymaya başladı. 19. yüzyılın ilk yarısında İstanbul'da Fransız Tiyatrosu adıyla bir tiyatro açıldı. Avrupa ülkelerinden tiyatro grupları gelerek burada gösteriler yapmaya başladılar. Aynı zamanda Avrupa dillerinde yazılmış dramların Türkçe'ye çevirileri yapılmaya başlandı. Avrupa tiyatrosu ilgi görüp gelişirken Türk Tiyatrosuna ilgi gittikçe azalıyordu. Öyle oldu ki 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında geleneksel tiyatro gösterilerine giden seyirci yok denecek kadar azaldı. Gösteriler yalnızca Ramazan gecelerinde yapılır hale geldi.

Avrupa tiyatrosu karşısında zor durumda kalan geleneksel Türk tiyatrosunu kurtarma çabası yine sanatçılara düştü. Bilimsel anlamda hiçbir destek görmeyen sanatçılar Avrupa tiyatrosu ile geleneksel Türk tiyatrosunun sentezini yaparak Ortaoyununu, Tulûat Tiyatrosu adı ile sahneye çıkardılar. Tulûat Tiyatrosu ilk kez 1875 yılında Pişekâr Küçük İsmail Efendi, Agâh Efendi, Kavuklu Hamdi Efendi ve Büyük İsmail Efendi tarafından ortaya çıkartıldı. Tulûatla; Batı tiyatrosunun sahne tekniği, dekoru, giysisi, oyun konuları ortaoyunu tekniğine uyarlandı. Bu tür, halk tarafından tutulmuş ve Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar sürmüştür. Aydınların hor görmesi, sanatçıların yeteneklerinin ve kültürlerinin sınırlı olmasından dolayı Tulûat Tiyatrosu ulusal tiyatroyu kurmakta yeterli olamamış salt bir güldürü ve parodu tiyatrosu olarak kalmıştır.

Avrupa Tiyatrosunun etkisinde kalan ortaoyununun bozuluşunu Ahmet Rasim bir yazısında şöyle anlatıyor. "Kavuklu, tıpkı Tanzimatı takip eden Elbise Tüzüğü uyarınca başındaki kavuğunu sırtındaki cübbesini, yırtmaçlı entarisini, kuşağını, şalvarını, paşmağını çıkardı yerine uzun bir fes, ceket, pardösü, kuşak, dar pantolon, potin giydi. Kaşlarına kömür, yanak ve buruna allık, gözlerine sürme sürerek, saçlarını kazıtıp kavuklu iken maskara oldu." Bu ifade bize o dönemdeki geleneksel tiyatronun durumunu çok açık bir şekilde ortaya koyuyor.

Benzer durum kuklada da görüldü. El kuklası, araba kuklası, dev kukla oynatmak tekniğini çok iyi bilen kukla sanatçıları, 1880'li yıllarda İstanbul'a gelerek ipli kukla oynatan Thomas Holden'in etkisinde kalarak kendi tarzlarını bırakıp Holden'in tekniğini kullanmaya başladılar.

Karagöz'e yenilik getirerek onu yaşatmak isteyen sanatçılar da olmuştur. Bunların arasından en önemlisi Katip Salih'in yaptığı yeniliklerdir. Bir anda perdeye üç-dört görüntüyü çıkarmak, oyundan önce ince saz takımına giriş müziğini çaldırmak, mum yerine elektrik ışığı kullanmak, perdeyi renklerle süslemek, oyuna kantoyu sokmak gibi.

Karagöz'ü perdeden sahneye indirerek canlı gösteriyle sunma denemeleri de ilk kez 1910 yılında yapılır. Böylece sanatçılar Karagöz oyununa canlılık ve hareket getirerek ilgi uyandıracaklarını umarlar. Ancak, bir gölge gösterisi olan Karagöz'ü canlı oynatmak beklenilen ilgiyi sağlamaz. 1914 yılında Katip Salih tarafından da denenen canlı Karagöz oynatma daha sonraki yıllarda da değişik sanatçılar tarafından denenmiştir.

Bu arada bazı tiyatro adamları de geleneksel tiyatro ve yeni oluşturulması gereken tiyatro ile ilgili görüşlerini açıklamışlardır. Şinasi, körü körüne Avrupa aktarmacılığına karşı çıkarak Asya'nın tecrübeleriyle, Avrupa'nın yeni düşüncelerinin kaynaştırılması gerektiğini ifade ediyor, böylece bize özgü tiyatronun oluşturulabileceğini savunuyordu. Teodor Kasap da ortaoyununun küçümsenmesini yeriyor, ortaoyunu ıslah edildiğinde Osmanlı Tiyatrosu'nun oluşacağını savunuyordu. Namık Kemal ise tersi düşünceyi savunarak tiyatronun sadece ortayonu olmadığını, ortaoyununun yalnızca kaba sözlerle insanları güldürdüğünü, tiyatronun ise güldürmenin yanısıra bazen de ağlattığını ifade ediyordu.

19. yüzyılın sonlarına doğru iyiden iyiye güçsüzleşen Osmanlı İmparatorluğu yönetimi ülkede baskıcı bir politika izlemeye başlamış, dolayısıyla bu baskı sanata da yansımıştır. Sanatçıların oyunları çeşitli sebeplerden dolayı yasaklanmış, gösterilerine izin verilmemiştir. 20. yüzyılın başlarında arka arkaya gelen savaşlar ve yenilgiler toplumun sanata olan ilgisini azaltmıştır. Birinci Dünya savaşı ve ulusal kurtuluş savaşı yıllarında özellikle tiyatro sanatı tam olarak icra ortamı bulamamıştır. Kurtuluş Savaşının kazanılıp Cumhuriyetin ilânından sonra Atatürk tarafından her alanda başlatılan atılımlar tiyatro sanatında da kendini göstermeye başlamıştır. Batılılaşmayı, batı uygarlığına erişmeyi hedef olarak belirleyen Atatürk, Batılılaşmayı salt onların taklit edilmesi olarak algılamamış, kendi ulusal kültüründen hareketle batı medeniyetine ulaşılabileceğini savunmuştur. "Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız" derken kendi kültürüne verdiği önemi açık biçimde ifade etmiştir. Atatürk tiyatroyu, güzel sanatların bir sentezi olarak görüyordu. Yeni bir ülke yaratmayı hedefleyen Atatürk öncelikle yeni bir insan, yeni bir ulus yaratmak amacındaydı. Bu amacını da şu sözüyle en açık bir biçimde ifade ediyordu; "Milletimizin yüksek karakterini; yorulmaz çalışkanlığını, fikri zekasını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini milli birli duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişâf ettirmek milli ülkümüdür". Atatürk; tiyatroyu, toplumun yaşam ve değerlerinin yansıtıldığı bir yer olarak görüyor, toplumun bu yaşam ve değerlerinin, eski biçimi ile yansıtılamayacağını, yeni biçimlerinde Batı tiyatrosundan öğrenileceğini savunuyordu. Tiyatro sanatına ve sanatçısına büyük değer veriyordu. Bu değeri de şu sözlerle ifade ediyor "Bir millet sanattan ve sanatkârdan mahrumsa tam bir hayata mâlik olamaz. Böyle bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve alil bir kimse gibidir" sanatkar, cemiyette uzun ceht ve gayretlerden sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır."

Atatürk çağdaş tiyatronun ülkede kurulması ve geliştirilmesi için çaba gösterirken geleneksel Türk tiyatrosunun da yaşatılmasını istemiş, sanatçıları izlemiş, onları maddi ve manevi yönden desteklemiştir. Hazım Körmükçü, Hadi Poyrazoğlu, İrfan Açıkgöz, Hayali Küçük Ali gibi kukla ve Karagöz sanatçılarını huzuruna çağırarak oyunlarını izlemiştir. Atatürk bu ustalardan sanatlarının sürdürmelerini ve yaşatmalarını istemiştir. Bu sanatçılar da Cumhuriyet idaresinin iyi yönlerini ve erdemlerini anlatan oyunlar sergileyerek devrimlerin benimsenmesine, ulusun sanat yoluyla geliştirilmesine katkıda bulunmaya çalışmışlardır. Ülkedeki ekonomik ve siyasi gelişmeleri övgüyle anlatmışlardır.

19 Şubat 1932 yılında halkevlerinin kurulmasıyla tiyatro çalışmalarına daha da ağırlık verilmiştir. Kısa sürede ülkenin pek çok il ve ilçelerinde kurulan halkevlerinde, kasaba ve köylerinde açılan hak odalarında tiyatro kolları kurulmuştur. Halkevleri ve halk odalarıyla ilgili yönetmeliklerde Karagöz ve kukla gibi oyundan ve bu odalar için yazılmış piyeslerden istifade olunacağı yazılmıştır. İnönü "Halkevleri Türk cemiyetini yükseltmek, inceltmek, moralini arttırmak, verimini çoğaltmak için açılmıştır. Yalnız moral yolunda değil maddi ihtiyaç yolunda da kudretli, dikkatli, cevherli, çok daha cevherli bir hale gelmek için güzel sanatları başlıca bir vasıta olarak görmelidir" diyerek bir yerde halkevlerinin işlevini açıklamaktadır.

Halk kültürünü araştırarak ortaya çıkarmayı , bunları işleyip olgunlaştırarak halka geri vermeyi ve halkın kültür düzeyini yükseltmeyi amaçlayan halkevleri, güzel sanatların her alanında çalışmalar yapmıştır. Tiyatro alanındaki çalışmaları yönlendirmek amacıyla temsil şubeleri oluşturulmuştur. Halkevleri çalışma talimatnamesinin 43.maddasinde halkevleri sahnelerinin gayesi, "halkevlerinde bir hayat ve hareket uyandırmak, şehir ve kasabaların tiyatro ihtiyacını gidermeye yardım etmek, gençleri güzel ve serbest konuşmaya alıştırmak, gençlerin fikir ve dil terbiyelerine yardım etmek. Tiyatro artisti olabilecek kabiliyetlerin kendilerini göstermelerine imkân vermek, iyi hatip yetiştirmek, memleket ve cemiyet için faydalı telkinlerde bulunmak" olarak ifade ediliyor. Talimatnamenin 48. maddesinde ise "kukla-Karagöz halk terbiyesi bakımından bu şubenin önemli çalışmaları içinde alınmalıdır" denilmektedir.

Ülkenin her tarafında açılan halkevleri ve halk odalarında yoğun tiyatro çalışmaları yapılıyor, kukla-Karagöz gösterileri düzenleniyordu. Kukla-Karagöz sanatçıları, meddahlar halkevleri salonlarında rahatlıkla gösterilerini yapabiliyorlardı. Bazı zamanlar halkevlerinin organizasyonuyla ülkenin değişik yörelerinde gösteriler yapıyorlardı. Kukla sanatçısı Hadi Poyrazoğlu özel konuşmalarımızda halkevlerinin, sanatlarını icra etmede kendilerine büyük desteği olduğunu, halkevleri sayesinde kukla ve Karagöz'ü ülkemizin dört bir yanına götürdüklerini ifade ederdi. Osmanlı'nın son yıllarına kadar Anadolu'da pek bilinmeyen Karagöz ve kuklanın Cumhuriyet döneminde özellikle halkevleri kanalıyla Anadolu'ya taşındığını görüyoruz. Gerçi Osmanlı'nın son dönemi ile Cumhuriyet'in ilk yıllarında Kars ve Gaziantep'te Karagöz oynatıldığı bilinmekte ise de bu durum Anadolu'da bu sanatların bilindiği, tanındığı anlamına gelmiyor. Gaziantep'te yaptığımız araştırmalar sonucu yetenekli bir kişinin Anadolu turnesi yapan çadır tiyatrolarının birisinde gösteri yapan bir Karagöz sanatçısını izlediğini, birkaç gün onun yanında yardımcı olarak çalıştıktan sonra da kendi kendine Karagöz oynatmaya başladığını, daha sonrada birkaç kişiye öğrettiğini tespit ettik. Halkevleri; sahnelerinde Karagöz ve kukla oynatılmasını sağlamakla kalmıyor bu sanatlarımızın araştırılması, geliştirilmesi yönünde de çalışmalar yapıyor. Halkevleri tarafınadn çıkarılan dergilerde Karagöz ve kuklanın tarihiyle ilgili araştırma yazılarına oyunlarla ilgili yorumlara ve bu sanatların çağdaşlaştırılmasıyla ilgili yazılara yer veriliyordu.

Enver Behnan Şapolya, Selim Nüzhet Gerçek, Pertev Naili Boratav, Orhan Şaik Gökyay, Sabri Esat Siyavuşgil, Münir Hayri Egeli, Hüsamettin Bozok, Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu, Muhittin Sevilen (Hayali Küçük Ali) Bedrettin Tuncel, Tahir Alangu, Mustafa Rona, Kemal Kamil Aktaş, Turhan Doyran, Karagöz kukla ve ortaoyunu konularında değişik yazılar ve oyun metinleri yazıyorlar. Bu yazarların halkevi dergilerinde yayınlanan yazıları bütün halkevlerine gönderildiği gibi, başka yerlerde yayınlanan kitapları da halkevlerine kazandırılarak tiyatro kollarının yararlanmaları sağlanıyordu. Aynı zamanda Cumhuriyet Halk Partisi tarafından da diğer konularda olduğu gibi geleneksel Türk tiyatrosuyla ilgili kitap ve oyun metinleri yayınlanarak halkevlerine gönderiliyordu.

Bazı düşün ve tiyatro adamları kukla-Karagöz ve ortaoyunun modernleştirilerek geliştirilebileceği görüşünü savunuyorlar. Bunların başında İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu geliyor. Baltacıoğlu; Karagöz, kukla ve ortaoyununun yeni değişikliklerle yönlendirilerek geliştirilebileceğini savunarak "öz tiyatro" tezini ortaya atıyor. Bu tezini gerçekleştirmek için oyun yazma denemeleri yapıyor, bu denemelerin halkevlerinde sergilenmesini sağlıyor.

Bedrettin Tuncel de Karagöz oyunlarının eski ve öz biçimleriyle geliştirilmesinin olanaksız olduğunu, Karagöz'ün kendini toplumun bugünkü durumuna ve hızına uydurması gerektiğini savunuyordu. Ahmet Adnan, Karagöz ve ortaoyununun ulusal sanatımızın ürünleri olduğunu, araştırılması gerektiğini, Münir Hayri Egeli ise kukla tiyatrosunun geliştirilerek halk eğitimi konusunda en iyi şekilde kullanılabileceğini ifade ediyordu. Ercüment Behzat Lavda geleneksel Karagöz metinlerinin yapısına bağlı kalarak yazdığı Karagöz Stepte adlı oyununda konuya yenilik getiriyor ve Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren yapılan devrimleri ve gerçekleştirilen işleri anlatıyordu.

Halkevlerinde, Karagöz, kukla, ortaoyununun yanısıra dramatik köy seyirlik oyunlarının araştırılması ve sahnelenmesi ile ilgili çalışmalar da yapılıyordu. Halkodalarında köylüler kendi ürünleri olan dramatik seyirlik oyunlarını sahneliyorlardı. Bir kısım genç araştırmacılar da köylülerin oynadıkları dramatik seyirlik oyunlarla ilgili derleme çalışmalarına başladılar. Ahmet Kutsi Tecer, Süleyman Kazmaz, Mehmut Tuğrul, Fevzi Günenli, Hüseyin Yapıcı tarafından yapılan bu araştırmalar ayrı ayrı dergilerde veya kitap bütünlüğünde yayınlanarak halkevlerine dağıtılıyordu.

Dramatik köy seyirlik oyunlarından nasıl yararlanabileceği konusunda da değişik görüşler ortaya atılıyor. Ceyhun Atıf Kansu, halk tiyatrosunu, köy tiyatrosuyla özdeşleştirerek konservatuarlarda halk tiyatrosu bölümleri açmayı öneriyor.

Abidin Dino, Adana Halkevi dergisinde yazdığı yazıda köy seyirlik oyunlarının analizini yaparak bu gelenekten nasıl yararlanılabileceğini anlatıyor. Dino'ya göre "Köy oyunlarının ortada oynanma tekniği, oyuncu seyirci bütünleşmesi", doğmaca oyunculuk üslubu, gerçekçi tiyatronun gereklerini yerine getirirken düşeceğimiz yapmacıklığa olanak tanımayan hareketli ve nükteli bir oyunculuk, yeni Türk aktörünün ancak halk kaynaklarından güç alınarak yetiştirildiği zaman orijinal bir kimliğe kavuşabilirliği, tavır ve deyiş özelliklerini tümüyle halktan alma konularında köy oyunları sağlam bir eğitim temelinin başlangıcı olabilir.

Nurullah Ataç da yazılarında çağdaş tiyatronun, geleneksel tiyatro örnek alınarak iyi yönleri üzerinde temellendirilmesi gerektiğini ifade eder. Tulûat tiyatrosunun üzerinde durulması geretiğini, onlarla çalışıldığı taktirde yeni Türk tiyatrosunun yaratılabileceğini savunur. Ataç; "Bence türk tiyatrosu tulûattan mesela Naşit'ten doğacaktır" diyerek düşüncesini net olarak ortaya koyuyor. Avrupa tiyatrolarına erişmenin, onların yaptığı şeyleri olduğu gibi alıp göstermek olmadığını, kendi tiyatromuzu değerlendirerek çağdaş Türk tiyatrosunu kurabileceğimizi söyler. Doğmaca oyunların "aşılması gereken bir kaynak olduğunu söyleyerek Shekespeare, Moliere gibi yazarların doğmaca oyunlardan yetiştiklerini, onu aştıklarını ifade eder. Ataç tulûat tiyatrosuyla ilgili olumlu düşünürken Karagözün artık konu ve teknik olarak işlevini tamamladığını, yenileştirilemeyeceğini savunur."

Bu tip görüşler halkevleri kapatılmasında sonraki dönemlerde de savunulmuş ve savunulmaktadır.

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra başlayan ve halkevleriyle gelişerek devam eden Geleneksel Türk Tiyatrosu çalışmaları halkevlerinin 1952 yılında kapatılmasıyla bir bocalama dönemine girdiyse de 1970'li yılladan itibaren devletin de desteği ile az da olsa yeniden sahnelenmeye başlamıştır.

Cumhuriyet döneminde Hazım Körmükçü, Hayali Küçük Ali, Camcı İrfan, Hadi Poyrazoğlu, Mazhar Baba, Hafız Mehmet Ali, Hikmet Efendi gibi başarılı sanatçıları görüyoruz. Bu sanatçılar yurdun dört bir yanındaki halkevleri ve halkodalarında gösteriler yaparak Karagöz ve kukla sanatlarını yaşatmışlardır. Hayali Küçük Ali radyodaki Karagöz seslendirmeleriyle Karagöz oyunlarımızı bütün ülkemiz insanına sevdirmiştir.

Bu yazımızda 18. yüzyıldan Osmanlı'nın son dönemine, Cumhuriyetin kuruluşundan halkevlerinin kapatılmasına kadar olan dönemdeki Geleneksel Türk Tiyatrosu'nun durumunu tespite çalıştık. Elbette ki konu daha geniş ele alınıp değerlendirilebilir. Ama biz burada Geleneksel Türk Tiyatrosunun, Avrupa tiyatrosunun gelmesiyle birden bire yok olmadığını, hele hele Cumhuriyetin ilânından sonra hiç ilgi görmediği ve yok edildiği yönündeki görüşlerin doğru olmadığını, aksine özellikle halkevleri döneminde sahneleme, araştırma ve yayın yönüyla başarılı bir dönem geçirdiğini anlatmaya çalıştık.

Geleneksel tiyatronun zayıflamaya başladığı 19.yüzyıldan itibaren onu yaşatma çabalarının da başladığını görüyoruz. Ancak bu çabalar, halkevleri dönemindeki çalışmalar dışında, düşünce düzeyinde kalmış uygulamaya konulamamıştır. Geleneksel tiyatro kaynak olarak değerlendirilip ele alınmadığı için bugünkü dram tiyatromuz da Batı tiyatrolarının etkisi altına girmiştir. Geleneksel tiyatro sanatçıları yeterince desteklenmemiş kendi kaderlerine bırakılmıştır. Bugün de geleneksel tiyatromuzun yaşatılmasıyla ilgili aynı tartışmalar yapılmakta, bir türlü olumlu sonuca varılamamaktadır. Ancak geleneksel tiyatroyu yeni teknolojilerle geliştirmek, yeni uygulamalar ve yorumlarla günümüz insanının beğenisine sunmak, dram tiyatrolarımız için bir kaynak olarak değerlendirmek olasıdır.





 
Bu site Kültür ve Turizm Bakanlığı Bilgi Sistemleri Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanmıştır.
Bu sayfa 8568 kez gösterilmiştir.